Jade Taşı, Cilalı Taş Devri, Mücevher ve kuyumculuk, Tarihin
İlk Ticaret kastı Yahudiler ve Türkler....
Jade ya da Yeşim taşı obsidyen ve
sertliğiyle ünlü başka birkaç taşla birlikte taş devrinin hem
değişim aracı hem de bu ilkel döneme ait el aletidir. Düzgün
şekilde kırıldığında jilet kadar keskin olan ve sertiği
nedeniyle zor körleşen bir kesici, delici taş alet.
Biz burada taş devri ve cilalı taş devrinden bahsediyoruz.
Tarih olarak MÖ. 10000-5000 aralığındaki bir dönem.
Geç buzul çağı diyebiliriz.
Ve bu sıralarda Gotların ana vatanı Gotland idi ve Got Burcu
yani şimdiki Göteburg da bunların başkentiydi.
Ve buralar hala daha geç buzul çağının etkisi altındaydı.
Gotların ilk büyük göçü Türklerin ana göç güzergahı olan bugünkü
Bulgaristan, Romanya, Polonya, Ukrayna topraklarına olmuştur.
Bu bölge en eski ticaret yollarından ikisinin kavşağındadır.
Anadolu’dan gelen ve Karadenizin üstünden geçen yollar.
Aslında her iki güzergah üzerinde yer alan topraklar Türklerin
daha da öncesinde Proto Türklerin vatanları olmuştur.
Türkler ve Gotların beraberce Ostrogotlar(Doğu Gotları,
Şamanist), Vizigotlar(Bizansa yakın, İç Gotlar, Hristiyan)
şeklinde dünyayı harmanlamak üzere ilk olarak buluşmaları burada
gerçekleşmiştir.
Gotlar hala daha geç buzul çağının etkisi altında olduğundan,
karşılaştıkları Türklerden çoketkilenmişler ve bu gün Gotlarla ilişkili
bütün kültürel unsurları burada Türklerden almışlardı. Özellikle
şamanistik dini unsurlar, GökTürk yazısı, feodal yönetim
kültürü.
Misal olsun diye söylüyorum, ilk gece hakkı, aile ilişkilerine
dayalı feodal yönetim kültürü, şölenler, festivaller, şerefe
kadeh kaldırmak, bardağı yere çalmak vb.
Jade taşı o dönemde ağırlıklı olarak Türklerin çokça bulunduğu
Orta Asya dağlarından çıkarılmaktaydı.
Bu gün Avrupanın en uzak yerlerinde bulunan jade taşlarının
kaynağı Orta Asya dağlarıdır.
Avrupa’da Avrupa kökenli jade taşı çok azdır. Çünkü Avrupa’dan
çıkan jade taşlarının niteliği kötüdür.
|
Obsidyen mızrak ucu
|
Jade taşı mızrak ucu, ok ucu, bıçak olarak kullanılabilen cama
benzer çok keskin, sert bir taştır.
Çakıl taşı, elmaz, yakut gibi taşlara kıyasla bulunabilme ve işe
yarama ilişkisinin optimum olması büyük avantajdır.
Volkanik bir taştır.
Çok kıymetli olduğundan bu taşın kıymıkları ahşap üzerine
mıhlanarak kullanılırdı.
Bu taşın ticareti ve işlenmesinden tarihin ilk yarı değerli
taşının işlenmesi, mıhlanmasıyla ilgili iş kolu oluşmuştur.
Günümüzde kuyum imalatı yapan atölyelerde mıhçılık, elmas kırmak
ayrı bir ihtisastır.
Bu da Jude/Yahudilik mücevher ticareti, kuyumculuk ilişkisini
sağlar.
Jade taşı Asya’dan, Avrupa’nın en uç noktasına kadar bazı
ticaret yolları üzerinden ulaşmıştır. Bu ticari güzergahlarda
hem para yerine kullanılmış, hem de silah, kesici alet
kullanılmıştır. Bu taşı kullanarak ticaret yapanlar ağırlıklı
olarak Türkler olmuştur.
Bu şekilde tarihin ilk ticaret kastı oluşmuş oldu.
Jade taşı, Türkler ve ticaret önemli.
Jade ya da yeşim taşı, Jude, Jewelery kelimelerinin aslında
etimolojik olarak köküdür.
Yani Jude demek Jade kullanarak, Jade ticareti yapanlar
demektir. Ve bu insanlar büyük çoklukla taa Asya‘da
Himalayalar, Tienşan dağlarından itibaren, Avrupa’nın en uzak
noktasına kadar uzanan Jade yolarında yaşayan Türklerdi.
Sonradan tunç, demir çağına geçildinde artık Jade taşı kesici
delici alet üretiminde kullanılmaz.
Ama hala daha bir değişim aracıdır, bazen de uğur, şans getirmek
üzere taşınan değerli takı durumundadır.
Uğur için kullanıldığı dönemde de, genelde yeşim taşı hala daha
mızrak ucu, ya da bıçak ucu şeklinde kesilirdi.
Bazı elmas kesimleri hala daha bu etkiyi gösterir.
Çok sonraları ticarette değerli kağıtların kullanımı ortaya
çıkınca, Yahudiler Jade ve benzeri taşların ticaret ve üretimin
terk etmiştir.
|
Obsidyenden kırılmış
kesici ve delici uçlar
|
Bu iş kolu Ermenilerin tekeline düşmüştür.
Eski Jadelere yani Yahudilere ise düşen değerli kağıt
ticaretidir.
Günümüz finans sistemi işte bu temelde gelişmiştir.
Ve Hazar Devleti başta olmak
üzere daha başka bir çok devlet BU
TİCARET KASTININ AİLELERİ VE HANEDANLARI tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir.
Ve hala daha durum böyledir.
Musevilik konusu, Jade ticareti yapan Türkleri sonradan Musevi
olmasıyla sonradan eklemlenmiş bir kavram.
Museviliğe ilişkin bütün İbrani mitolojisi de öyle.
13 kabile üzerine
geliştirilen İbrani mitolojisi aslında farklı ve çeşitli
milletlerden Musevilerden tek bir Yahudi(Jude/Jade) milleti
yaratmak üzere uydurulmuş bir hikaye.
Aslında Aşkenaz Türklerinin köklerini, mücevher ticareti,
değerli kağıt ticareti, Yahudi Türk hanedanlar, yöneticilerin
köklerini eski Mısır’dan, Filistin’den çok Orta Asya’da ve
Türklerde aramak daha verimli ve doğru olacaktır.
Ve çoğu insan için şaşırtıcı olacaktır, ama Yahudiler arasında,
Osmanlı imparatorluğu tarihte kurulmuş en büyük Yahudi devleti
olarak bilinir.
Arzu edenler Yahudi kaynaklarına bakabilirler.
Günümüz Aşkenaz Yahudilerinin çok önemli bir
bölümü böyledir.
Büyük bölümünün kökü Oğuz Türklerine dayanır.
Ve bunların Ortadoğu Yahudileriyle etnik bir bağlantıları da
yoktur.
Bunlar İbraniceyi sonradan öğrenmiştir.
Bu gelenek sonraki yüzyıllara kadar uzanmıştır.
Günümüzde hala da Karaim Türkleri, Kırım Türklerinin bir bölümü
Musevidir.
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan’da hala daha yerli ve
otantik musevi Türkler vardır.
Hatta kimse bilmez ama yerli ve otantik Çin Yahudileri de
vardır.
13 kabile üzerine geliştirilen İbrani mitolojisi aslında farklı
ve çeşitli milletlerden Musevilerden tek bir Yahudi(Jude/Jade)
milleti yaratmak üzere uydurulmuş bir hikaye.
Ve bu hikaye binbir çeşit milletten Yahudilerin varlığını
açıklamaz.
Ama Jade taşı ve ticareti çok iyi açıklar.
|
Yeşim Taşı
|
Musevilik Türklerin Şamanizm, Tengricilikden sonra rastladığı
ilk kapsamlı monoteist dindir.
Sonradan bu Türklerin önemli bir bölümü Hristiyan, bir bölümü de
Müslüman olmuştur.
Bu nedenle Yahudilik Türklük ilişkisi sanılandan çok derindir.
Bu nedenle ülkemizde kripto Yahudi ama Türk etnik kökenden gelen
insanlar çoktur.
Özellikle de Kırım Türkleri arasında.
Türklerle ilgili olarak en çok kullanılan iki simge
vardır.
Birisi güneştir. Güneş hükümdarın doğuya hükmettiğini
gösterir. Ki Asyanın doğu ülkelerinde bayraklarda
genellikle güneş bulunur.
Diğeri ay ve yıldız hükümdarın batıya hükmettiğini
gösterir. Ki, Asyanın doğusunda kalan ülkelerde
genellikle bayraklarda ay yıldız bulunur.
Eğer bir hükümdar bir dünya devleti kurduğunu
düşünüyorsa, bayrağında hem ay hem de güneş bulunur.
Böyle bayraklar da vardır.
Elbette bayraklarda, yönlerin renklerle kodlamasında
kullanılan sembolizm ve onun sistematiği sadece
Türklere özgü değil. Ancak bu sembolizm ve sistem
dünyanın her yerine Türkler tarafından dağıtılmıştır.
Bir de renkler var. Renkler yönleri ifade eder.
Kuzey karadır, bu yüzden dünyada iki tane Karadeniz
vardır. Biri Anadolunun kuzeyinde, birisi Rusya‘nın
kuzeyinde Barent deniziyle Sibirya denizi arasında kalan
deniz. Karayazı ilçesi, Karadağ kuzeyde olandır.
Gerek Anadolu‘da gerekse dünyanın çeşitli yerlerinde
göreceli olarak kuzeyde olduğu düşünülen kara devletler,
kara şehirler, kara göller, kara nehirler, kara dağlar
vardır.
Ak batıdır, Akdeniz batıdaki denizdir, Akyazı, Akhisar,
Akdağ, Akhunlar, Akkoyunlular hep batıdadır.
Doğu kızıldır, al rengidir. Kızıl elma, doğu idealini
anlatır.
Yeşil güneydir, Arap platosu yemyeşil ormanlarla dolu
olduğu için, ya da yeşile özlem duydukları için değil,
güneyde oldukları için yeşildir.
Yeşil şehirler, dağlar, göller, hep güneydedir.
Sarı ya da altın rengi, ortadadır, Altın Orda devleti,
Sarı nehir, sarı şehirler, köyler, dereler, dağlar,
ırmaklar hep ortadadır.
Elbette herkes dünya üzerinde nerede olduğunu,
dolayısıyla sembol rengini kendisi seçiyor. Yani yönler göreceli.
Herkes kendi adını kendisi
koymuştur, ve adını koyarken kendini dünyanın
neresinde saymışsa ona göre isim seçmiştir.
Altın Orda Devleti kendini dünyanın merkezinde saymış bu
belli. Ya da Sarı nehiri ülkenin ya da dünyanın
ortasında sayanlar bu ismi vermiş.
Renkler aynı zamanda savaş sırasında savaş birliklerini
oluşturan, aslında her birisi hakanın akrabaları olan
dayılar, amcalar, oğullar, kardeşlerinin yönetiminde
olan kabilelerin coğrafi yerleşimini temsil eden
flamaların renkleri. Abi ağa beydir, paşa baş ağadır
yani en büyük kardeş. Kuzeyde olan ordunun bayrağı
siyahtır, doğuda olanın kızıldır, batıda olanın aktır,
güneyde olanın yeşil, ortada olan yani hükümdarın
bayrağı altın rengidir.
Yani flamalar savaş sırasında bir haberleşme aracı.
Bayrak hakanla beraber dolaşıyor.
Bayrak düşmüşse hakan ölmüş demektir ve cephenin o
kesimi başsız kalmıştır. Başsız kalan cephe doğal olarak
dağılır.
Bu nedenle hakan ölse dahi, bayrak ayakta tutulmalı.
Bayrağa, sancağa atfedilen önem işte bundan dolayı.
Elbette kutlu sayılan hayvanlar var. Kurt, geyik, aslan,
kartal, tavus kuşu vb. Bunların da temsil ettikleri
değerler ve anlamlar var.
Hepsi de o kabilenin mitolojisiyle ilgili. GökTürklerde
kurt başattır. Çünkü şu aralara adı kötü işlere
karıştırılan Ergenekon Efsanesi bir kurt efsanesidir.
Romanın Romus ve Romulus efsanesi de öyle.
Bütün bu sembolizm elbette tamamıyla Türklere ait değil.
Ancak Türklerle birlikte dünyaya saçılmış bir kültürün
parçaları bunlar. Ağırlıklı olarak Gotlar ve Türklerin
beraberce yaşadığı yüzyıllar içinde Avrupaya yayılmış
bir sembolizm.
Evet Avrupa’da da, yerleşim yerleri, coğrafi alanların
isimleri, bayraklar, renkleri, üzerinde yer alan
motifler, milli efsaneler hep bu dip kültürün
etkileşimleri sonucu.
Misal İngiltere’deki Kara Göl yani Loch Ness Kuzey Gölü
demek. Ya da Monte Negro ya da Karadağ Kuzey Dağı demek.
Evet, Bizans sikkelerinde de ay yıldız vardır. Aslında
bu da Bizansın kuzey batısından ve Anadolu‘dan akın akın
gelen Hristiyan Türkler ve Türklerle beraber dünyanın
her yerine saçılmış olan Got kabilelerinden dolayıdır.
Evet, Bizans orduları ağırlıklı olarak Hristiyan Türk ve
Got ordularından oluşmaktaydı. Doğal olarak Bizans
ProtoTürklerden çok fazla etkilenmiş bir şehir ve bir
devlettir. Osmanlı’nın Bizansla ilişkisi ise sanılandan
çok daha derin ve eskidir. Bu ayrı ve uzun bir makalenin
işi.
Yrd.Doç.Dr.Yavuz
DALOĞLU : 1500 YILLIK AYYILDIZLI TÜRK PARASI.
(Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı)
| Göktürk Sikkelerinde Ay Yıldız |
Orta Asya’da yapılan kazılarda Göktürkler’e ait sikkeler
bulundu. Sikkelerdeki ay-yıldız motofi, Türkler’in ay
yıldızı İslamiyetten önce de kullandığının en somut
kanıtı olarak gösteriliyor.
Arkeologlar tarafından Kırgızistan,
Özbekistan ve Tacikistan’da yapılan kazılarda ortaya
çıkarılan toplam 104 sikke, ilk olarak geçen yıl
Kırgızistan’da yapılan uluslararası bir konferansta
kamuoyuna duyuruldu.
Altıncı ve yedinci yüzyılda basıldığı
tahmin edilen ay yıldız motifli sikkelerin, Türk
tarihindeki en eski paralar olduğu bildirildi.
Sikkelerdeki ay yıldız motifleri ise,
Türkler’in ay yıldızı İslamiyetten önce de
kullandığının somut kanıtı olarak gösteriliyor.
9 Eylül Üniversitesi Öğretim
Görevlisi Yardımcı Doçent Doktor Yavuz Daloğlu şunları
söyledi:
“Bunlar
Türk tarihi açısından ilk paralar ve bu paraların
bizim tarihimiz açısından çok önemli bir özelliği
olduğu gibi bizim uygarlık tarihimiz açısından çok
önemli özellikleri var. Nedeni de Türkler’in
gelişmiş bir uygarlıkları olduğunu, Türkler’in
devletlerinin her türlü gereklerini yerine getiren
unsurları içerdiğini görüyoruz.”
Orkun
Anıtlarından Sonra En Önemli Keşif
Eski Türk
devletlerinde kağanlığın (sonrakilerde hükümdârlığın)
sembolü
“tuğ”
(bayrak, sancak ve davul) ve “sikke”dir.
Sikke ekonomik, tuğ da siyasi bağımsızlığın göstergesi
olan bayrağı ve bağımsızlık marşını (millî marşı)
temsil etmektedir. Gök-Türkler tuğ’u ve sikke’siyle,
bir başka söyleyişle, bayrağı, marşı ve parası ile
bağımsız, başı dik bir devlet kurmuş ve büyük bir
uygarlık oluşturmuştur.
Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesi’nce 4-6 Ekim 2004 tarihlerinde Bişkek’te
düzenlenen II. Uluslararası Türk Uygarlığı Kongresi’ne
Türkiye adına gittim ve kongrede bir bildiri sundum.
Bişkek’te geçirdiğim günler oldukça
yoğun geçti. Bir yandan akademisyen olarak II. Türk
Uygarlığı Kongresi’ni ve kongre programındaki bütün
etkinlikleri hiç sektirmeden izledim, “Atatürk ve Türk
Uygarlığı” başlıklı bir bildiri
sundum ve oturum aralarında çok değerli meslektaşlarla
tanışma ve sohbet olanağı buldum. Diğer yandan da
Kırgızistan ve Bişkek’teki tarihi yerleri (Balasagun,
Issık Göl, Alato dağları), müzeleri (başta Devlet
Tarih Müzesi ile Devlet Resim Galerisi) gezdim ve çok
sayıda fotoğraf çektim. Ayrıca Kırgız Filarmoni
Orkestrası’nın bir dinletisiyle, Kırgız Devlet Opera
ve Balesi’nin sahnelediği bir ulusal Kırgız operasını
(Ay Çürek=Ay Yüzlü) seyrettim.
II. Uluslararası Türk Uygarlığı
Kongresi’ne Kırgızistan dışından katılan bütün
Türkologlar, hepimiz Issık Göl Oteli’nde kaldık ve
meslektaşlarımızla her gece koyu sohbetler yapıp Türk
tarihini, uygarlığını irdeledik, tartıştık.
GÖK-TÜRK
SİKKELERİ İLE TANIŞMA
Türk Uygarlığı Kongresi’nin ikinci
akşamıydı. Otelde Özbek tarihçi Dr. Gaybullah Babayar
ile sohbet ediyordum. Bu sırada Dr. Babayar
çantasından bazı notlar ve fotoğraflar çıkarıp
göstermeye başladı. O anda gözbebeklerimin büyüdüğünü
hissettim. Fotoğraflarda Büyük Türk İmparatorluğu
kurmuş Gök-Türklerin, Gök-Türk kağanlarının darp
ettirdiği sikkeler vardı karşımda. Bizans, Selçuklu,
Osmanlı sikkelerini biliyordum, ama Gök-Türk
kağanlarının sikke darb ettirdiklerini o ana dek hiç
duymamış ve hiçbir yerde de okumamıştım. Fotoğrafları
tek tek ve hayranlıkla incelediğimde, sikkelerden
birinin üstünde ortada kağan kabartması ve kenarlarda
üç tane ay-yıldızı görünce o anda ne kerte önemli bir
olayla karşılaştığımı, bunun ne kerte önemli
toplumsal, tarihsel, iktisadi ve siyasi bir olay
olduğunu düşündüm. Bu konuyu mutlaka Türkiye’ye
taşımalıydım. Çünkü bu, tarihi altüst edecek önemde
bir buluştu. Dr. Babayar’a o anda bütün bu
fotoğraflardan bir kopya istediğimi ve konuyla ilgili
bir yazı hazırlamasını rica ettim. Sağ olsun! Bu cin
gibi genç, kanı kaynayan Özbek Türkü değerli tarihçi
de seve seve bu ricâmı yerine getirdi ve Gök-Türk
sikkeleriyle ilgili yazısını bana ulaştırdı.
GÖK-TÜRKLERİN
UYGARLIK BİRİKİMİ
Bir uygarlığın gelişmişlik düzeyini,
o uygarlığı oluşturan toplumun üretim ve paylaşım
biçimi ile ona bağlı toplumsal kurumlar: dil, aile,
gelenekler, din, hukuk, askerlik, sanat, vb. belirler.
Bütün bu unsurlar yüzyıllar içerisinde şekillenir ve
kimlik kazanır. Ayrıca, bir toplum ya da bir ulusun,
uygarlığa eriştiği veya uygarlığı yaşattığını belirten
başlıca unsurlardan biri de, onların dünya tarihinde
tuttuğu yer ve çeşitli halkların kültürüne kattığı
etkilerdir.
“Peki,
Türk toplulukları tarih boyunca bir uygarlık
yaratabilmişler mi? Kesin olarak ilk Türk
uygarlığı denebilecek bir uygarlık var mı? Varsa
ne zaman, nerede ortaya çıkmıştı ve nasıl
örnekleri var ve insanlığa ne gibi etkide
bulunmuş?” sorularını cevaplamak
gerekir.
İKİ BÜYÜK
TÜRK DEVRİMİ
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nce 4-6 Ekim
2004’te yapılan “II. Türk Uygarlığı
Kongresi”nde “Atatürk ve Türk Uygarlığı”
başlıklı bir bildiri sunmuştum. Bildirimde dünya
uygarlığı içinde Türklerin yerini belirlerken çok önemli
gördüğüm iki konuyu vurgulamıştım. Özetle: birincisi,
Türk adı tarihte ilk kez bir devrimle; Türk kavramı,
Türkçe konuşan Orta Asya kavimlerinin diğer kavimleri de
yönetimlerine alarak devletleşme sürecinde, dolayısıyla
hukuka ve siyasal kurumlara kavuştukları aşamada ortaya
çıkmıştı. Bayrağıyla, hukukuyla, askeri gücüyle, devlet
hiyerarşisiyle, paranın geçerli olduğu ticaret
yaşamıyla, iktisadi yapısıyla, maliyesiyle, kısacası
bugün devlet dediğimiz örgütlenmeyi başaran Gök-Türkler
tarihte ilk kez Türk adı taşıyan bir devlet kurarak
devrim yapmıştı. İkinci olarak ise, Türk adı tarihin
gündemine gene bir devrimle geldi. Gök-Türklerle
birlikte siyasal bağı ifade eden bir içerikle tarih
sahnesine çıkan Türk adının, bu kez Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yeniden tarihsel kökenindeki
anlamını öne çıkaran bir içerik kazanması çok
anlamlıdır. İşte bu iki devrim, Türklerin dünya
uygarlığı içindeki yerini belirler. Kırgızistan’da
sunduğum bildiride, XX. yüzyılın başında emperyalizme ve
feodalizme karşı verilen ve kazanılan savaşta, bir başka
söyleyişle ikinci büyük Türk devrimiyle kurulan Türkiye
Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlık hedefini incelemiş ve
yorumlamıştım. Bu yazımda da, birinci büyük Türk
devrimini gerçekleştiren Gök-Türklerin dünya uygarlığı
içindeki yerini ve bu uygarlıkla ilgili bilimsel
çalışmaları sergilemeye çalıştım.
Günümüzde hem Batı, hem de Doğu’daki
tarihçilerin çeşitli yöndeki araştırmaları sayesinde
İran, Çin, Hint, Yunan, Bizans ve Arap Müslüman
uygarlıkları ile karşılıklı etkileşim içerisinde olan
ve hattâ bunların merkezinde yer alan Türk
uygarlığının temel unsurlarının geniş Orta Asya
topraklarında ortaya çıktığı ve şekillendiği bir
gerçektir.
İLK BÜYÜK
TÜRK UYGARLIĞI
Türkoloji alanında tanınmış
bilginlerin vardıkları sonuca göre, Türk uygarlığının
ilk belirtisi zaman bakımından Orta Asya tarihi
sahnesine Gök-Türk Devleti’nin çıkmasıyla meydana
gelmiştir. Gerçi, milâttan önceki binyılın son
çeyreğinde Hun Konfederasyonu’nun vücuda gelmesinden
Gök-Türk Devleti’ne dek geçen zaman içinde Avrupa
Hunları, Akhunlar (Eftalitler) gibi Türk
konfederasyonları ortaya çıkmış olsa bile onlardan
günümüze tam anlamda bir uygarlık mirâsı ulaşmamıştır.
Roma ve Bizans dönemine ait birçok para
örneğinde ayyıldız simgesi bulunmaktadır.
İddialar arasında en başta geleni; çok tanrılı
dönemde İstanbul'un tanrıça Diana'ya adandığı,
onun simgesinin de yıldız olduğu, daha sonra
Hıristiyanlık döneminde ise İstanbul'un Hz.
Meryem'e adandığı onun simgesinin ise ay olduğu,
böylece her iki simgenin İstanbul ve Bizansın
simgesi olarak bir araya geldiğidir.
İstanbul Türkler tarafından fethedilince bu iki
simgenin de Osmanlılarca devralındığı ve o
zamandan bu yana bu iki simgenin Türklük ve
İslamiyeti temsilen kullanıldığı iddia
edilmektedir.
Aşağıda bulunan Bizans paraları da bunu
destekleyen buluntulardandır.
| Bugün bazılarının Gök-Türk Kağanlığı
veya Gök-Türk Devleti diye adlandırdığı, gerçekte bir
imparatorluk kuran Gök-Türkler kuvvetli olduğu
dönemlerde doğuda Kore, güneyde Çin ve Tibet,
güney-batıda Hindistan ve İran, batıda ise Bizans ve
Doğu Avrupa ile sınır komşusu olmuştur. Gök-Türkler
kendine özgü yönetimleri, toplumsal-kültürel
yaşamları, yazıtları ve başka değerlere sahip olmakla
beraber adını saydığımız komşu toplulukların kültür ve
uygarlıklarıyla sıkı temaslar kurmuş ve onlar
aracılığıyla kendi uygarlığının yükselmesine zemin
hazırlamıştır. Ayrıca Gök-Türkler söz konusu
bölgelerin hem iktisadi, hem de kültürel yönlerden
gelişmesinde öncülük yapmıştır. Yani, birbirlerinden
epey uzak mesafede yar alan Batı ve Doğu ülkelerinin
değerleri (kültürleri) onların komşusu olan
Gök-Türkler yoluyla tanışmış ve etkileşmiştir. Bazı
bilginlere göre Sasanlı, Bizans, Tang (Çin) gibi o
dönemin en büyük dünya imparatorlukları, Gök-Türk
İmparatorluğu var oldukça yükselmiş, onun
zayıflamasıyla da çökmeye başlamıştır ki, bunun nedeni
de Gök-Türklerin kontrolündeki bu büyük coğrafyada,
güvenle yaptıkları ve yaptırdıkları ticaretin
duraklaması olmuştur.
Gök-Türk Devleti’nin kurulması
hemen-hemen tüm Türk ve Orta Asya bodunlarının bir
araya getirilmesi yanında, Türk uygarlığını oluşturan
unsurların o dönemin anayasası diyebileceğimiz Türk
Töresi, Eski Türk-Runik yazılarına dayanan ortak edebi
dil, bölgesel yönetim merkezlerinin yanı sıra zanaat
ve ticaretin var olduğu yerleşik tarım ve şehir
kültürü, bütün Türklerin ortak mânevî kültürünün
temelini oluşturan ve aynı zamanda ortak dini olan
Gök-Tanrıcılığın gelişiminde de önemli rol oynamıştır.
Ayrıca kağanlıkta biçimlendirilen verâset yönetim
sistemi, kendi döneminin en etkin askeri-siyasi
yönetim sistemlerinden biriydi. İşte bu yönetim
sistemi sayesinde, devletin iç güvenliğinin yanı sıra
yeni toprakların fethedilmesi ve ele geçirilmesi de
sağlanırdı. Böylece Türk halkları, kendi tarihinin
gelişim zirvesinde yeni kuvvetli bir askeri-siyasi
örgütün yanı sıra Çin, Hint, İran (Sogd, Tohar, Pers)
ve Bizans uygarlıklarının en güzel taraflarını
benimseyen örnek bir uygarlığı meydana getirmiştir. Bu
uygarlık sonuçta, doğuda Büyük Okyanus’tan, batıda
Adriyatik Denizi’ne kadar uzanan Avrasya’nın uçsuz
bucaksız topraklarını yurt kılan tüm Türk boyları ve
halklarının kültürel kimliğinin başlıca işareti
olmuştur.
GÖK-TÜRK
TARİHİ ÜZERİNE ÇALIŞMALAR
İlk Türk uygarlığını oluşturan
Gök-Türk İmparatorluğu tarihimizin en parlak
dönemlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak,
yaklaşık son 150 yıldır bilim insanları tarafından
araştırılmakta olan Gök-Türk İmparatorluğu tarihi
şimdiye dek tüm yönleriyle aydınlatılmamıştır.
Fransız, Çin bilimcileri ve tarihçileri S. Julien
(1864, 1877), E. Chavannes (1903), R. Grousset (1949),
Çinli Liu Mau*tsai (1958), Rus bilginleri A. Bernştam
(1946), S. Klyaştorniy (1964), L. Gumilev (1967),
Macar J. Harmatta (1996) ve daha pek çok bilim insanı
Gök-Türkler üzerine araştırma yapmıştır.
Gök-Türklerin tarihiyle ilgili
araştırmaların en çok sürdürüldüğü Türkiye’de de A. N.
Kurat (1952), B. Ögel (1945, 1957), A. Taşağıl (1995,
1999, 2004), S. Gömeç (1997) gibi tarihçiler
çalışmalarıyla Kağanlık tarihini önemli ölçüde
aydınlatmıştır.
GÖK-TÜRK
TARİHİYLE İLGİLİ YAPILMASI GEREKENLER
Geçen yüzyılda Özbekistan,
Kırgızistan, Tacikistan ve Afganistan’da sürdürülen
arkeolojik kazılar sonucunda elde edilen çeşitli
buluntular ve kültür eşyaları, Gök-Türk tarihinin
karanlık sayfalarını aydınlatmada büyük önem
taşımaktadır. Bunların başında Gök-Türk kültürü ve
sanatı için değerli bilgileri içeren duvar resimleri;
Afrasiyab (Semerkant), Varahşa (Buhara), Acinetepe,
Tavkatepe (Güney Özbekistan), Pencikent, Şehristan
(Tacikistan), Bamian (Afganistan) buluntuları
(sarayların kalıntıları) gelmektedir.
VII-VIII.yüzyıllara ait olan bu duvar resimlerinde
görülen betimlemeler; prensler ve onun çevresi,
elçiler, muhafızlar ve onlarla ilgili çeşitli
törenler, o dönem yaşamını canlandırmakla birlikte
Gök-Türklerin kültürü hakkında önemli sonuçlar
vermektedir. Daha da önemlisi söz konusu duvar
resimlerindeki insan figürlerinin çoğu fiziksel olarak
Türk tipinde (hafif çekik gözlü, elmacık yanak, gür
olmayan sakal, arkaya uzatılmış örülmüş ya da omuza
bırakılmış saç, vb.) olup, giysiler ve silâh
takımlarının da eski Türklere özgü olduğu
bilinmektedir. Söz konusu duvar resimlerini inceleyen
araştırmacılara (L. Albaum, V. Raspopova) göre, o
dönem Çin yıllıklarında betimlenen eski Türk giysileri
ve saç şekilleri hakkındaki bilgiler ve Altaylar,
Moğolistan gibi Gök-Türklerin yoğun merkezlerinde yer
alan taş babalar, balballar, yine bu bölgelerde
bulunan arkeoloji buluntular arasında çok yakınlık
görülmektedir. Bu gibi arkeolojik buluntular Gök-Türk
dönemi sanatı, mimarisi, toplumsal ve kültürel yaşamı
konusunda önemli bilgiler içermektedir ki, bunları tüm
yönleriyle araştırmak ve incelemek gerekmektedir. Ne
yazık ki, söz konusu duvar resimleri bir araya
getirilerek derin bir çalışma yapılmamıştır. Hattâ,
birkaç çalışma dışında, onların Gök-Türklerle ilişkili
olduğu bile düşünülmemiştir.
GÖK-TÜRK
SİKKELERİ
Sadece Gök-Türk tarihi için değil,
tüm kadim Türk tarihi için başlıca kaynak
oluşturabilecek malzemeler arasında, söz konusu
ülkelerde bulunan sikkeler de yer almaktadır. Gök-Türk
dönemi kültürel-ekonomik yaşamı hakkında ipucu
olabilecek sikkeler son yıllarda gerçekleştirilen
kazılar sonucunda bulunmuş ve onların Sogd, Baktri,
Pehlevi yazılarında Kağan, Hatun, Yabgu, Tegin, Tudun,
Tarhan, Elteber gibi Gök-Türklere özgü unvanlarla darb
olunduğu görülmüştür. Gerçi bu sikkeler üzerine O.
Smirnova, E. Rtveladze ve L. Baratova’nın çalışmaları
vardır, ancak toplu olarak bir çalışma şimdiye dek
yapılmamış ve de bu sikkelerin Gök-Türk tarihi,
genelde de Türk tarihi için değeri tam olarak ortaya
konmamıştır. Bütün bu gelişmeleri şu başlık altında
Türk kamuoyuna ilk kez açıklıyorum.
Türk Ulusu’na büyük açıklama:
“Gök-Türk
sikkelerinin bulunuşunun kuşkusuz ki, günümüz
açısından çok önemli tarihsel ve siyasal sonuçları
vardır. Bunlardan en önemlisi bu sikkelerin
toplumumuza dayatılan ‘Türkler barbardı,
Türklerin uygarlığı yoktu, Türkler yağmacıydı,
Türkler kaç-göçlü bir toplumdu, vb.’ gibi Avrupa merkezli tarih ve
kültür anlayışı ile bunun siyasal sonuçlarını bir
kez daha yerle bir etmesidir.
Avrupa
merkezli tarih dayatmasını alt-üst eden, Türk ve
dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek
bu çok önemli buluşu Türk Ulusu’na açıklamaktan
kıvanç duyuyorum!”
Kuşkusuz ki bilim insanlarımız,
Avrupa merkezli bu iddiaları çürüten pek çok bilimsel
çalışma ve kanıt ortaya koymuştur. Şimdi ben de
bunlara çok önemli bir katkı koyarak, Gök-Türk
sikkelerini gündeme taşıyarak, Türklerin büyük
uygarlık birikimini ve bunun günümüze ulaşan
kanıtlarını bir kez daha Türk kamuoyuna ve dünyaya
sunuyorum.
Gök-Türk sikkelerinin bulunuşu, Orhun
Yazıtları’nın bulunuşu kadar önemlidir.
Türkler (Gök-Türkler ve diğer Türk
kavimleri ve devletleri) tarihin derinliklerinde,
dünya uygarlığına büyük katkı sunmuştur. Askeri
örgütlenme, büyük ordular meydana getirme, Avrasya’nın
büyük coğrafyasında bağımsız, başı dik devletler
kurma, paranın geçerli olduğu ekonomik ve toplumsal
bir ticaret yaşamı, şehirleşme ve yerleşik yaşam
biçimi, hiçbir dönemde köleci toplumsal yapının egemen
olmaması, güzel sanatları yaratma ve yaşatma ve daha
pek çok unsur Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı
ve büyük medeni kabiliyetini göstermektedir.
Eski Türk devletlerinde kağanlığın
(sonrakilerde hükümdârlığın) sembolü “tuğ”
(bayrak, sancak ve davul) ve “sikke”dir.
Sikke ekonomik, tuğ da siyasi bağımsızlığın göstergesi
olan bayrağı ve bağımsızlık marşını (milli marşını)
temsil etmektedir. Gök-Türkler tuğ’u ve sikke’siyle,
yani bayrağı, marşı ve parası ile bağımsız, başı dik
bir devlet kurmuş ve büyük bir uygarlık oluşturmuştur.
GÖK-TÜRK
KAYNAKLARI
Uzun yıllardır Gök-Türk tarihini
araştırmada temel kaynaklar olarak kullanılmakta olan
Çin yıllıkları, Orhun Yazıtları, Bizans ve diğer
dillerdeki kaynakların yanısıra, kazılar sonucu elde
edilen Sogd ve Baktri dilinde yazılmış
VI-VIII.yüzyıllara ilişkin belgelerin de
değerlendirilmesi gereklidir. Sogdça belgeler arasında
en başta “Mug dağı Sogd belgeleri”
gelmektedir. “Mug dağı Sogd arşivi”
olarak da yürütülen söz konusu belgeler 1932 yılında
Tacikistan’ın Pencikent ilçesinde (Semerkant şehrinin
90 km doğusu) yer alan Mug dağı dolaylarında eski kale
harabelerinde bulunmuştur. Araştırmacılar burada bir
yıl kadar sürdürülen kazılar sırasında, yaklaşık 80
kadar belgeye rastlamıştır. Belgelerin 70’i Sogdça,
dördü Çince, biri Arapça ve bir adedi de Türkçe
(Runik) olduğu belirtilmiştir. Sogdça olanlar A.
Freyman, V. A. Livşits, O. İ. Smirnova, M. N.
Bogolyubov gibi Sogd dili uzmanları tarafından
çözülmüş ve belgelerin Sogd bölgesinde birer
hükümdarlık olan Penç (Pencikent) prensi Divaştiç
(709-722) sarayı arşivi olduğu anlaşılmıştır. Bu
belgelerden birinde kendisini Hun (Doğu Gök-Türk)
kağanının bir naibi olarak gösteren Divaştiç aslında
709 yılında, kendisinden önce 693-*708 yılları
arasında Penç vilâyetinin prensi olan Türk asıllı
Çakin Çor Bilge yerine yönetime gelmiştir. Adı geçen
arşiv belgeleri arasında Çakin Çor Bilge zamanında
yazılmış belgelere de rastlanmaktadır. Bununla
beraber, belgelerde Gök-Türk Kağanlığı tarihi için
önemli bilgiler verebilecek kayıtlar da bulunmaktadır.
Belgelerde Türkçe Kağan, Tudun, Elteber, Tutuk, Tarhan
unvanları geçmektedir. Ancak bu belgeler hâlâ Türkçeye
çevrilmemiştir. Baktri dilinde yazılmış belgeler ise
son yıllarda bulunmuş ve N. Simms-Williams tarafından
çözülerek İngilizce’ye çevrilmiş ve yayımlanmıştır
(New-York, 2000). Çoğunluğu hukuksal belgeler olan
Baktrice belgelerden de Gök-Türk tarihinin bilinmeyen
yönleri aydınlanacaktır kuşkusuz. Bu belgelerde de
görülen Kağan, Tegin, Tarhan, Tudun, Elteber unvanları
ve Türkçe isimler, Kağanlık döneminde Afganistan,
Horasan ve Kuzey Hindistan’da kurulan Gök-Türk asıllı
sülâlelerin tarihi aydınlanacaktır. Zaten, adı geçen
belgelerde vurgulandığına göre, bu belgelerin pek çoğu
Türk asıllı vâlilerin himâyesinde düzenlenmiştir. Bu
belgeler de vakit geçirilmeksizin Türkçeye çevrilmeli
ve Türk tarihinin bazı karanlık noktaları da
aydınlatılmalıdır.
Demek ki bugün, Gök-Türk tarihinin
çalışılacak temel sorunları arasında Kağanlık-Sasanlı,
Kağanlık-Bizans, Kağanlık-Çin ilişkileri, Kağanlığın
Kuzey Hindistan, Afganistan, Horasan, Ceyhun ve Seyhun
(Amuderya ve Siriderya) aralığı ve buraya bitişik
bölgeler, Doğu Türkistan, İdil-Ural havzaları,
Kafkasya, Kuzey Karadeniz kıyıları ve Uzak Doğu
ülkelerindeki etkinlikleri, buraların pek çoğunda
kurulan Gök-Türk asıllı sülâleler tarihi yer
almaktadır.
Yrd.Doç.Dr.Yavuz
DALOĞLU
(Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı)
Yavuz Daloğlu (1961)
Türk müzik ve tarih araştırmacısı.
1985 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Müzikoloji Bölümü’nü bitirdi. Aynı
üniversitede yüksek lisans ve doktorasını tamamladı.
Çeşitli dergilerde müzik ve tarih konularında yazılar
yazdı. Müzikbilim ve tarihle ilgili ulusal ve
uluslararası pek çok bilimsel toplantıda bildiri
sundu. Radyo ve televizyon programlarına konuşmacı
olarak katıldı. Türk müzik yaşamı, tarihi ve Türk
tarihi konularında konferanslar verdi. Hâlen Dokuz
Eylül Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.
Bu keşfin üzerinden biraz zaman geçti
ama fikir meydanında tüm aramalarıma rağmen bu konuyu
bulamadım ve üzüldüm. Hemen sizleri Türk Tarihindeki
bu muhteşem keşifle başbaşa bırakmak isterim. Bu keşif
özetle üç şeyi kanıtlıyor. Avrupalıların iddia
ettiğinin aksine Gök Türklerin para bastırmasıyla,
tuğuyla tam bir devlet olduğunu, Ay Yıldız’ın
sanılanın aksine İslamiyet öncesinden de köklü bir
Türk simgesi olduğunu ve tarihimizin kim bilir daha ne
kadarının yerler altında olduğunu…
1500
Yıllık Ay Yıldızlı Türk Parası
Türklere ait ilk parayı Göktürkler
bastırmış. Kazılarda ortaya çıkan ay-yıldızlı Göktürk
paralarının bulunuşu ‘Orhun yazıtları kadar
değerli’ diye yorumlandı
Kırgızistan, Özbekistan ve
Tacikistan’da yapılan arkeolojik kazılarda ilk büyük
Türk uygarlığı olan Göktürklere ait paralar bulunduğu
ortaya çıktı. Paralar, ‘Türk uygarlığında önemli
keşif’ olarak değerlendirildi.
Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesi’nin 4-6 Ekim 2004′te Bişkek’te
düzenlediği İkinci Uluslararası Türk Uygarlığı
Kongresi’ne katılan Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim
üyesi Dr. Yavuz Daloğlu, burada tanıştığı Özbek
tarihçi Gaybullah Dr. Babayar’ın eski Türk devletleri
paraları üzerinde yaptığı çalışmayı inceledi. Daloğlu,
bu paralar arasında daha önce hiç duymadığı, görmediği
Göktürk paralarıyla karşılaştı. Dr. Daloğlu, Dr.
Babayar’la yaptığı çalışma sonunda, Göktürk
paralarının bulunuşunu ‘Türk uygarlığında önemli
bir keşif’ olarak açıkladı.
Sikkelerden birinde ortada kağan
kabartması ve kenarlarda üç tane ay-yıldız olduğunu
söyleyen Daloğlu, bu sikkenin Türk uygarlığı açısından
çok büyük önemi olduğunu belirtti. Daloğlu, şöyle
dedi:
“Göktürklerden
sonra 8′inci yüzyılda Türgişlere ait paralar
bulunmuştu. Ancak Göktürklere ait paralar onlardan
150-200 sene daha önceye, 576-600 yıllarına ait.
En önemlisi, bu sikkelerin Türk toplumuna
dayatılan ‘Türkler barbardı,
Türklerin uygarlığı yoktu, göçerlerdi’ gibi
Avrupa merkezli anlayışı çürütmesi. Göktürk
sikkelerinin bulunuşu, Orhun Yazıtları’nın
bulunuşu kadar önemlidir. Ayrıca ay-yıldızın bize
İslam’da Semavi anlayıştan miras kaldığını
biliyorduk. Ancak, yeni bulunan Göktürk
paralarında da ay-yıldızlı figürler var.”
|