Aslında en temele inmek gerek.
Özelde Allah, genelde tanrı denilen kişi, ya da şey tam olarak nedir?
Bunun eksiksiz, fazlasız, yanlışsız bir tanımı var mıdır?
Doğrusu ben bugüne kadar Allahın tanımıdır diye öne sürülen tanımların,
sıfatlar ve isimlerin hep kendi içinde, ya da birbirleri ile çelişkiler
içerdiğini gördüm.
Tanrı ya da Allah aslında bir soyutlama.
Soyutlamalar genelde bilgisayar programlama dillerindeki VOID tipi değişkenler gibi.
Ne olduğu tam olarak bilinmeyen, anlatılamayan, anlaşılamayan,
tanımlanamayan, ölçülemeyen şeyler/kavramlar için bir tür yer tutucu
olarak kullanılıyor.
Doğrusu bugüne kadar Allah ya da diğer tanrılara ilişkin KOLEKTİF, TEKRARLANABİLİR, NESNEL VE DOĞRUDAN deneyim ve gözlem yok.
Hep kişisel deneyimler var.
Her zaman tutarsız.
Tanrıyı görenlerin anlatımları birbiri ile uyumsuz.
Tekrarlanabilirlik yok.
Nesnel deneyimler değil.
Kanıt diye önümüze getirilenler ise suyunun onuncu dereceden suyu cinsinden son derece dolaylı.
Elimizde olanlar sayısız rivayet ve sayısız dereceden rivayetlerin rivayetleri.
Özetle Allah ya da tanrı lafı aslında bir bilinmezliği ifade ediyor.
Oysa bilim BİLİNENLERDEN yararlanarak BİLİNMEYENLERİ açıklama çabasıdır.
Bu anlamda dini, Allahı ya da ilahları kullanarak başka bilinmezlikleri açıklama çabası elbette kadük kalıyor.
Sosyal medyada bu türden mecralarda çok dolanıyorum.
Kullanılan temel argümanlar aslında Mantık derslerinde anlatılan ve çok
da iyi bilinen safsata (kıyas-ı batıl)ların örnekleridir.
Otoriteye başvurma, çoğunluğun
haklı sayılması, saman adam safsatası, ilişkili olmayan neden sonuç
ilişkileri, mantıksal olmayan çıkarımlar vb.
Örnek vermek gerekirse;
Çok güzel, o halde hak din İslam, tek tanrı Allah.
Çok ama çok karmaşık, o hal de tek din İslam.
Çok mükemmel, çok anlaşılmaz o halde tek tanrı İslam.
Bu böyle gidiyor
Aslında adam şunu diyor, kafam almıyor, anlamıyorum, bilmiyorum, bilemiyorum, cahilim o nedenle başka bir açıklama olamaz diyor.
Bir de o meşhur yaratan, yaratık ilişkisi var.
Ressam-resim, yazar-kitap, heykeltıraş-heykel ilişkilerine dayalı açıklamalar var.
Oysa bu benzetmelerden hepsinde yaradan da yaratılan da nesneldir, dahası bunların yaratma süreci de iyi bilinir.
Oysa Allahın bizzat kendisi bir bilinmezliktir, dahası onun yaratma sürecine ilişkin tek bir açıklama vardır.
O da ol dedi ve oldu.
Oysa bu da yetersiz bir açıklamadır.
Allahın ne şekilde yarattığına ilişkin kimsede matematik, fizik bir açıklama yoktur.
Bir de patronaj ilişkisine dayalı safsatalar var.
Baba evlat, başkan-halk, muhtar-mahalleli, padişah-kulları vb.
Bütün bunlar aslında çok iyi bilinen safsatalardır.
Biz okulda mantık dersi gördük, ama felsefe dersi almadık, doğal olarak pek çoğumuz SAFSATA konusunda bilgi sahibi OLMAYABİLİR.
Daha elim ve vahim olmak üzere, dinlerin temel kaynaklarında sayısız içsel çelişkiler vardır.
Örneğin Kur'an da bu tür çelişkileri NES/MENHUS olma durumuyla açıklarlar.
Bir de Kur'an meallerindeki [de ki] eklemeleri vardır.
Bunlar da hitap eden ve edilen çelişkilerini çözümlemek için mealcilerin yaptığı bir kıvırtma hareketidir.
Dahası meallerde hemen her zaman dipnotlar vardır. Bu dipnotlar
ayetlerde görülen çelişkileri, fikirsel açmazları doğrultmak için
kullanılmaktadır.
İlahi metinlerde aynı zamanda bilinen gerçeklerle, insan ve evrenin doğasına aykırılıklar da vardır.
Peki bu çelişkili, aykırılıklar nelerdir derseniz yazılması gerekenler buradan aya kadar uzun bir liste oluşturur.
Gizemli bilgiler değildir, meşhur pek çok yetkili, yazar bunları zaten
listelemiş, kaynaklarıyla birlikte kitaplarında halka sunmuştur.
Daha en başta en temel kaynak olan Kur'an da olan arızaları konuştuk.
Ama bir de hadisler var.
Hadislerin tam bir bataklık olduğunu gören pek çok Müslüman son yıllarda hadisleri toptan inkar etme yoluna sapmıştır.
Elbette bu da bir görüş, 2022 yılının fikir özgürlüğü şartlarında tahammül edilmesi gereken bir görüştür.
Ancak, kabul etmek gerekir ki, peygamberin ne dediğini, ne söylediğini,
ne emrettiğini ben iplemem, taklamam demek de ucuz, küçük bir iş
değildir.
Eski çağlarda böylesi görüş sahiplerinin katlinin vacip sayıldığını bilmek gerekir.
Hadis bilimi diye bir bilim vardır.
Bunun müellifine göre azalan, artan ölçüleri vardır.
Ancak, kesin olan bir şey var ki, hiçbir müellif peygamberin sözlerinin
akla uygun olup olmadığını denetleme cüretini kendinde görmemiştir.
Bu nedenle hadis biliminde akla uygunluk, hatta Kur'ana uygunluk gibi bir ilke yoktur.
Hadis biliminde temel amaç belirli bir sözü, ya da hareketi peygamber
söylemiş mi, söylememiş mi, yapmış mı yapmamış mı konusunu güvenceye
almaktır.
Kimse, tarihte hiç kimse peygamber zırvalamıştır, zırvalamamıştır münakaşasına girmeye cüret etmemiştir.
Hadisçilik keyfi bir alan değildir, benim aklıma uymadı, kafama yatmadı, canım istemedi gibi keyfiyet yansıtan ilkeler yoktur.
Bana sorarsanız, bilinmeyen alan tam bir bataklıktır.
Bir bataklıkta yürürken her zaman adımlarınızı tek tek, sağlam zemini yoklayarak, ve ona dayanarak atmanız gerekir.
Bir bataklıkta hayal kurmaya, hülya ve rüyalara yer yoktur.
Batarsınız.
Gerçekçi olmak zorundasınız.
Bu nedenle SAĞLAM olduğunu bildiğiniz bir zeminde bulunan ayağınızın
üzerindeki ağırlığınızı asla diğer güvenmediğiniz ayağınıza
aktarmamalısınız.
Bilimsel yöntem de zaten bunu gerektirir.
Genelde dinler özelde İslam bilinmezlik batağında gözü kara koşturmak gibidir.
Batınilik, zahirilik, okültizm, tasavvuf falan kimseyi kurtarmamıştır,
kimseli aydınlatmamıştır, bilinmeyen tek bir şeyi açıklamamıştır.
Tasavvufun ise günümüzdeki en belirgin örneği Menzilcilerdir.
Temelde medidasyonla, düşünce gücüyle, tespih, nefes gibi yöntemler ile
görünenin ardında saklı olan ZAHİRİ evrene görebileceğinizi, ona
hükmede bileceğinizi anlatır
Bu konuda yetkin olan Gavs-ı Sani yani sonuncu gavs Şeyh Seyyid
Abdülbaki(ks) Erol Hazretlerinin mucizelerinin olduğunu kabul ederler.
Kendi sitelerinde bu mucizeleri tek tek örnekleriyle anlatırlar.
Denilene göre Allah evreni ve her şeyi yarattıktan sonra düzeni korumak
ve idare edebilmek için ermişlere, velilere, kutublara, ve son olarak
Gavslara ihtiyaç duyarmış.
Doğal olarak bunların hepsi Allahın en sevdiği kullar olduğundan bunların Allah nazarında hatırı ve etkileri çok büyükmüş.
Ve Allah bu türden kişilere çeşitli mucizeler, gerçeküstü yetenekler de bahşedermiş.
Ve bütün bu Allahın sevgili kullarının her yüzyılda bir de başı, kutbu olurmuş.
Bu yüzyılda bu kutb ise Abdülbaki Erol Hazretleri(!) imiş.
Gavs Hazretleri;
Zamanda ve mekanda yolculuk yapabilirmiş,
Ölmüşü diriltebilir, diriyi öldürebilirmiş (klasik yollarla değil, düşünce gücüyle.
Meditasyon yaptığında eski peygamberler ardında saf tutarmış,
Eski peygamberler ile birbir hasbıhal edebilirmiş,
Meleklere söz geçirebilirmiş,
Azraile söz geçirebildiği için ölümü geciktirebilir, hatta geri döndürebilirmiş,
DİKKAT!!.. burası şokomelli, Allah ile birebir görüşebilir, soru sorabilir, cevap alabilirmiş.
Hatta Allah evrenleri bunların yüzü suyu hürmetine, hoşnutluğu için
yarattığından Gavs Hazretleri Allah'dan ricacı da olabilirmiş,
ve Allah bunların dilediklerini yaparmış.
Ve bu şekilde devam edip gidiyor.
Bir Hollywood karakteri olan DR. Strange serisini izleyin, anlayacaksınız.
Mekanlara, zamanlara, nesnelere ve her şeye hükmedebilen zahiri ilimlere hakim bir tür süper kahraman Dr. Strange.
O ilmini Tibetin dağlarında gizli bir Budist manastırında öğrenmişti.
Bizimki ise Menzilde, tarikat mescitinin mimberinde transa geçerek öğrenmiş.
Bu herifler öylesine kutsaldır ki, bunların naptığını, neden yaptığını,
ne yediğini, ne içtiğini, kimi ziktiğini, hatta evlatlarının ve hatta
torunlarının dahi hiçbir şeyinin sorgulanamayacağı anlatılır.
Şimdi diyeçeksiniz ki, HASTİR ORDAN, bu gerçek İslam değil, Kur'andaki İslam bu değil falan.
Ancak bilmek gerek halen özellikle Sağlık BAkanlığını, bir miktar da içişleri bakanlığını bu tarikat yönetiyor.
Atanma ve tayin kararnamelerini bunlar görmeden çıkaramıyorlar.
Hastirsinler oradan demekle hastirmeyecek bir güçden bahsediyoruz.
Evet, din pek çok durumda kişisel olarak da zarar verebilir:
Bunları başka bir makalede anlatabilirim.
Ama din çoğu durumda toplumda ikilik yaratır.
Cepheleşme üretir.
İnananların kendi aralarında ve inananlar ile inanmayanlar arasında ikili bir ahlak ve hukuk sunar.
Budizm, Hinduizm, Şintoizm gibi en barışçıl sayılan dinlerde bile böyledir.
Misal Musa'nın o meşhur on emri.
Yapmayacaksın denilen her şey Yahudiye yapmayacaksın şeklindedir.
Yahudiye yaparsan büyük suçtur, yaptırımı vardır.
Ama başka pek çok BAB'da diğerlerini yalnızca diğerlerinden oldukları
için katletmek, ırzını kirletmek, malını yağmalamak, köle ve
cariye etmek açıktan emredilir.
İslamiyet'de de sırasına göre sondan ikinci olarak vaaz edilen Tevbe Suresi çok açıktır.
Ve Dar-ül Harp, kafir devlet, tekfir edilmi toplum bağlamında günümüz
Türkiyesinde kendisi dışında kalan herkesin canını, malını, ırzını hak
ve helal gören en az %5'lik bir nüfus vardır.
Bu insanlar kendilerini Türk saymaz, Müslüman sayar, İslam milletindeniz derler.
Millete ve millîyete ilişkin kullandıkları her kavram İslam milletiyle bağlantılıdır.
Toparlamak için, son sözümde her dinde o dinin müritleri dinin ikilik
yaratan ahlak ve hukukunu muteber saymayı bırakmadıkça insanlık huzur
bulamaz.
Dinler arası savaş bir gerçekliktir.
Batının arzu ettiği değil, ama tahmin ettiği ve UMUTSUZCA önlem almaya çabaladığı bir gerçeklik.
|