Megiddo ya da Armageddon Savaşının özetidir.
En salak insanlar dahi anlasın diye bizzat elimle çizdim.
Askeri haritaların karmaşasını ayıkladım.

Savaş her zaman haritanın deniz yakın tarafında cereyan etmiştir.
Ve İngilizler her zaman sahile yakın kesimde yarılan cepheden ortada bulunan 7. ordunun kuşatılmasına çalışmışlardır.
Dağlarla savaş alanından ayrı düşen 4. ordunu savaşın genel gidişine etkisi olmamış, sonradan geri çekilen birliklere de pek az katılım sağlanabilmiştir.
Elde kalan tek ordu 7. ordu olmuş.
Onun da sürekli olarak kuşatmadan kurtulma mücadelesi olmuştur.
Kuşatma, kuşatmadan kurtulma manevraları ile cephe çok sonraları Yıldırım Orduları cephesinde yeniden tutulabilmiştir.


Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc )
L2fSIJNoA0xfSNxA





Nablus (Megiddo) Savaşı 1918

19 Eylül ve Sonrası.

24 Eylülden 27 Eylüle kadar geçen sürede çatışmalar.

Yıldırım Orduların Halep’in kuzeyi-Kilis hattında tutunduğu son cephe.

Mürtecilerin peşine takıldıkları Mustafa Kemal Filistin cephesinden kaçtı safsatasına bir bakalım.

Bir ihtimal az ya da çok bir gerçeklik payı olabilir mi diye bu konuyu çok araştırdım. Ciddi makalelere de baktım, kişisel bloglara da baktım. Emin olun çok vakit harcadım.

8nci Ordu komutanı Mersinli Cevat Paşa’ya ait (Cevat Çobanlı) hatıraları da okudum. Mürteciler bu hatıralardan şüphe yaratan bir şeyler bulmak istemişler. Ancak, olayların genel anlatımıyla büyük çelişkiler yoktur. Tek fark Mersinli Cevap Paşa’da yaşanan bu büyük yenilgide kendini savunmak istemiş, ve olayları kendi yaşadığı ve gördüğü şekilde anlatmıştır. Yalan, ya da yanlış ifadeler değildir. Genel anlatımla çelişkileri de yoktur.

Yan taraftaki askeri haritalar savaşı gün gün çok güzel şekilde ve tutarlı olarak anlatmaktadır.

Gördüm ki, referanslı makalelerde anlatımlarda tam bir uyum, tam bir söz birliği var. Buna karşılık mürtecilerin yayınları büyük oranda kişisel bloglardan, facebook, twiter iletilerinden ibaretti. Bu makalelerin hemen hepsinde de söylenenlerin referansları yoktu.Olan referanslar da büyük oranda Necip Fazıl Kısakürek adlı şerefsize dayanıyordu.

Genel olarak mürtecilerin anlatımları gerçekte olanla büyük oranda çelişkiliydi.

Necip Fazılın anlatımları tamamıyla boşluktadır. Ne bir dayanak, ne bir referans, ne bir delil. Hiçbir şey yok. Şerefsiz herif tam bir kent efsanesi yaratmış.

Kimse şerefsiz lafı için bana hoplayıp, zıplamasın.

Dört dörtlük bir şerefsizliktir.

Adamın şairliği şöyleymiş, başka lafları böyleymiş konu bunlar değil.

Ancak, şehitler ve gaziler üzerinden ve onları ayaklar altına alarak, kendine mertebe sağlama çabası tam bir şerefsizliktir.

Üstelik de bu herif-i naşeref (DİKKAT Osmanlıca’dır) hepsi de ölmüş yiğit kişiler ardından, bu savaşlarda ölenler nam ve hesabına savaştan sağ dönmüş gazileri suçlayan bir kent efsanesi yaratmıştır. Herkes bilmeli ve hatırlamalı, bu savaşlarda şehit olanların da, gazi olanlarında hiç bu işlere bulaşmadan sıvışma imkanı vardı. Tıpkı sonradan kendilerini suçlayan şerefsizlerin yaptığı gibi.

Bu şerefsiz herifin ardına takılan, ömürleri boyunca savaş meydanını bırakın, askerliğini dahi hazarda ve rahatta yapmış bir sürü insan da bu şerefsiz herifin ardına takılmış gazileri ve şehitleri korkaklıkla, ihanetle suçlamışlar ve şerefsizliğe ortak olmuşlardır.

Ve bir anladım ki, AtaTürk’ün şu meşhur ”Hattı müdafa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” sözü, Kurtuluş Savaşında Yunanlılara karşı uygulanan taktik ve stratejiler büyük oranda bu yenilgiden kaynaklanmıştır. Megiddo Yarması ya da Yenilgisi sonraki savaşlara olan etkileri yönüyle çok önemlidir.

Ve aynı zamanda bütün Filistinin kaybına, Mondros Teslimiyet Mütarekesine giden yolda sonuca yönelik çok önemli ve en sonuncu savaştır. Tıpkı Balkan Hezimeti gibi her Türk gencinin Kanal Harekatlarından itibaren bütün harekatları sonuna kadar okuması ve ibretler alması gerekir.

Benim düşünceme göre bu savaşlar ilk ve en önemli olarak, hazarda yapılması gereken seferberlik hazırlıklarında yapılan ihmaller, ülkedeki siyasi iklim sonucu yaşanan çok geniş ve büyük ölçekli, subay tenkisatları, moral unsurun tamamıyla yok edilmesinden kaybedilmiştir.

Bu son ve büyük savaştan önce askerin 1917 Aralık ayından itibaren kesintisiz şekilde savaştığını, bu süre içinde çok büyük kayıpların verilmiş olduğunu, donanım ve yığınağın ciddi şekilde yitirilmiş olduğunu belirtmek gerekir. Osmanlı ordusundaki son derece düşük morali ve maneviyatını, savaştan hemen önce askerden kaçan 1100 kadar kişiyi belirtmekte de yarar vardır. Askerin tükenmiş ruh hali bazı cephelerin birden, umulmadık şekilde ve hızla çökmesinde temel sebeptir.

Bu savaşlarda GENEL OLARAK komutanlar, askerler açısından utanılacak bir şey yoktur. Herkes şerefiyle, yiğitçe savaşmıştır. Ancak yenilgiden kurtulma imkanı olmamıştır. Bize düşen bu savaşlarda yaşanan hezimetlerin gerçek sebeplerine yoğunlaşmaktır. Ve bu savaşlar hemen önümüzde yatan III. Dünya Savaşı ve onun öncüsü savaşlarda neleri yapacağımızı, neleri yapmayacağımız bize gösteren tarihi ibret belgeleridir.

Bu melun safsatanın çıkış yeri

Göya dindar, muhafazakar kesim tarafından "üstad" olarak kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek, (bana göre en hafif ifadeyle şerefsizdir, nedenini anlatacağım. O.P.) "Dedektif X" mahlası ile makaleler yazdığı "Büyük Doğu" dergisinin 8 Eylül 1950 tarihli, 25.sayısının 3.sayfasında, "Filistin cephesinin çöküşü"nü 19 madde halinde ele aldığı bir makale var.

Bu türden iddialara dayanaklık etmesi ve referans(!) gösterilmesi bakımından, bu 19 maddelik "iddia"yı buraya alıyoruz:

"Birinci Cihan Harbinde İmparatorluğun çöküşü, Filistin cephesinin birdenbire yıkılmasiyle olmuştur.

Evet, Birinci Cihan Harbinde Filistin cephesi birdenbire yıkılmış; bu cephe üzerinde her şey, müthiş bir bozgun ve misilsiz bir panik kasırgasiyle altüst olmuş ve neticede bu iş, bütün felâketler bilançosunun yekûn hattını çekerek Türk vatanının istilâsına ve Mondros esaret senedinin imzasına kadar götürmüştür. (Bunca yazının tek burası doğrudur)

Acaba Filistin cephesinin âni çöküşü, 4 küsur yıllık Birinci Cihan Harbinin her gün üstüste yığılan faciaları sonunda zuhura gelmiş tabii bir netice midir; yoksa bununla beraber ve bilhassa bundan kuvvet alarak araya giren bir kast ve menfi irade mahsulü müdür??? (Ortada nesnel hiçbir veri yok ve menfi bir irade mahsulümüymüş diyor, bak şerefsize kahramanca savaşanlar üstünde şüphe yaratıyor, onlara ihanet ithamı yapıyor, hem de altı kuru, sırtı pek iken, hem de kesintisiz birkaç on yıl savaşmış insanlara)

Biz, bütün bir tarih seyrini değiştirecek kadar mühim bu sualin cevabını şöylece veriyoruz ki, imparatorluğu birdenbire dize getiren Filistin cephesinin çöküşü, üstüste yığılı facialar neticesinde, fakat bu faciaların kötü akıbetini biraz daha uzatmanın pekâlâ mümkün bulunduğu bir anda, bulanık şartlardan kuvvet alarak araya girici bir kast ve menfi irade neticesi olarak meydana gelmiştir. Yani, imparatorluğun, o günkü Türk vatanının çöküşünü çabuklaştırıcı bir kast ve menfi irade karşısındayız.(Aynı şerefsizliğe devam. Kasıt ve menfi irade demiş, sizce ne demek bu bozguncu cümle, atatürk haindi diyor şerefsiz)

Artık siz bunun mânasına ne isim verirseniz veriniz!(Ben bu cümleye op.çocukluğu derim.)

Cephenin çöküş tarihi 31 Ağustos 1918 dir. Filistin cephesinde üç ordumuz vardır: 4 üncü, 7 ncı ve 8 inci ordular...
4 üncü ordu kumandanı Mersinli Cemal Paşa merhum, 8 inci ordu kumandanı ArapKirli Cevat Paşa merhum, 7 nci ordu Kumandanı da Mustafa Kemal Paşadır. Üç ordunun birden teşkil ettıgı birlik ise Yıldırım Orduları ismındedir ve General (Ley-man von Sanderes) kumandasındadır.

7 nci ordu merkezi Nablus, 8 inci ordu merkezi Tul-ü Kerem, 4 üncü ordu merkezi Salt kasabalarında...Ordular grubu kumandanlığı da Nâsırada...
Arkanızı Anadoluya vererek düşünürseniz, Şeria nehrinin sağında 4 üncü, solunda da 7 nci ve 8 inci ordular... Karşılarındaysa General (Allenbi) kumandasında İngiliz ordusu...

Günün birinde Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Levazım Reisi Merzifonlu Miralay Ömer Lütfi Bey (İstiklal Harbi esnasında Nafia Vekili) ile yine ordular grubu erkân-ı harb reisi Diyarbakırlı Kâzım Paşayı nezdine çağırıyor ve şöyle diyor: Enver Paşanın idaresi orduyu ve vatanı her yerde felâkete sürüklüyor!(Dört dörtlük bir dedikodu. Günün birinde diye başlamış hergele... Ki o günün şartlarında fena da bir teklif değildir. Netekim günümüzde enver paşa’nın osmanlıyı mahfettiğini herkes söyler. Ve o işin asıl başkadır. Yeni kabine değil, yıldırım ordularının başına getirilmesini daha en başta teklif etmiştir. Liman von sanders’le uyumsuzluk yaşadığı sır değil. (o.p.)

L2fSIJNoA0xfSNxA ) Bu vaziyetten kurtulmak için tek çare İngilizlerle anlaşmaktır! Başka hiçbir çıkar yol kalmamıştır!..(İngilizlerle ateşkes istenmesi konuşması artık savaş yitirildiği aşikar olduktan sonradır.)

Her iki asker de bu teklifi şiddetle reddediyor ve böyle bir hareketin korkunç bir şey olacağını söylüyorlar ve yerlerine gidiyorlar. Teklif neticesiz kalıyor.(İşbu Ömer Lûtfi Bey, iman ve namusiyle tanınmış bir zattır ve elyevm, çok şükür, sağdır.)(Salakça lakırdılar işte. Onlar namusluymuş da, kemal atatürk değilmiş, bunu söylüyor şerefsiz. Laf çakacak ya..)

Bu arada Mustafa Kemal Paşanın, herhangi bir maddi menfaat bahis mevzuu olmaksızın, İngiliz kumandanı (Allenbi) ile hususi temaslarda bulunduğunu da bir gün tarih tesbit edecektir.(Yine bir şerefsizlik. Bilinen, duyulan, tarihi bir veri ve olgu yok. Kehanette bulunuyor şerefsiz. Oraj poyraz L2fSIJNoA0xfSNxA)

Nihayet 31 Ağustos 1918... 7 nci ordu, ne sağındaki 4 üncü orduya, ne de solundaki 8 inci orduya ve bilhassa Ordular Grupuna hiçbir haber vermeden ve hiçbir şey sızdırmadan, birdenbire Bisan istikametinde son süratle çekilmeye başlıyor!!!(Tamamen gerçeğin zıddıdır, cephesi düşen 8. Ordudur 7nci ordu değil. 8. Ordu kuşatılma ve imha olma tehlikesi yaşamıştır, ve savaşın sonuna kadar da kuşatılmaktan kurtulmak için çabalamıştır. Makalenin devamında savaşın gerçek seyrini okuyunuz. Oraj POYRAZ L2fSIJNoA0xfSNxA)

Nagihan cephe üzerinde müthiş bir yarık hâsıl olmuş ve 4 üncu ordu ile 8 inci ordular birbirinden uzakta ve temassız halde kalmışlardır!!!

İngiliz ordusu hemen bu yarıktan içeriye dalarak 8 inci ordunun gerisine düşüyor ve bu orduyu kuşatıp kamilen esir ediyor.(Pezevenk bilmiyor, dötünden uyduruyor, tam tersi 8nci ordu cephesi yarılınca kuşatılan 7nci ordudur. Aslı aşağıda)

Ancak Tul-ü Kerem mevkiindeki Cevat Paşa, birkaç Kişilik maiyetiyle zor belâ kurtulabiliyor!!!

İngiliz tazyiki, oradan, derhal 4 üncü ordu üzerine dönüyor; vaziyeti birdenbire ve tepeden inme haber alan 4 üncü ordu ise, tarih boyunca misli görülmemiş bir bozgun seli halinde Haleb’e doğru akmaya başlıyor!!!(Yalan ve yanlış, ingiliz saldırısını genel akışı hiçbir zaman 4ncü ordu üzerine dönmüyor. Halep’e doğru akan 7ncu ordunu düzensiz çekilen kılıç artıkları ve 8nci ordudan teması koruyarak çekilen kalanlardır )

Vaziyet tek kelimeliktir; Kahkarî hezimet!!!(Hezimet mi, evet hezimet)

4 üncü ordu bakiyeleri Şam’a doğru mahşeri bir ana baba günü akışiyle kulaç atarken, 7 nci ordu hiçbir tazyik görmeden Haleb’e çekilmiş ve orada karargâh kurmuştur!!!(Ben buna sadece ohaa ve çüüüş derim. 7. Ordu hiçbir tazyik görmemişmiş. Fitne, fesat, bozcunculuk budur işte. Savaşın devamında bu ordunun askerleri nereye kaçmış acaba?)

İşte bunun üzerine memleket tek kalemde tepetaklak olmuş ve Mondros’un imzası zarureti doğmuştur.Öyle bir cephe çöküşiydi ki, bu, eğer tam o anda imparatorluk, esaretini kabul edip mahut mütarekeyi imzalamasaydı, İngiliz ordularının Halep önüne değil, Haydarpaşaya kadar ilerlemesi lâzımdı.(Meğer bütün bir imparatorluğun yitirilmesi kemal atatürk yüzündenmiş. Nihayet ağzından baklayı çıkarmış ve aynı zamanda doğrusunu da söylemiş mütareke imzalanmamış olsaydı, ingilizler adım adım haydarpaşaya kadar gelirlerdi ao.ç!.)

Bir taraftan Yıldırım Orduları Kumandanı (Leyman fon Sanderes), öbür taraftan 4 üncü ve 8 inci ordular kumandanları çırpınadursun; Mustafa Kemal Paşa derhal İstanbula müracaat ederek şu teklifte bulunuyor: Ordumuz mahv-ü perişan olmuştur! Eğer Yıldırım Orduları Kumandanlığını bana verir ve Mersinli Cemal Paşayı bertaraf ederseniz vaziyeti kurtarırım!.. Ve o hengâmede hiçbir şeyi doğru haber almak ve düşünmek kabiliyetinde olmıyan İstanbul, bu teklifi kabul etmekten başka çare bulamıyor!!!(Liman von sanders 23 eylülde istifa etmiştir. Ve evet atatürk onun boşalttığı komuta makamına talip olmuştur. Netekim zamanın yüksek komuta heyeti bunu kabul de etmiştir. Okuyun bakın savaşın devamı nasıl olmuş kimler çırpınıyor, alman subayların savaş tarzı nasılmış.)

Yeni Yıldırım Orduları Kumandanı birkaç basit oyalama muharebesinden sonra Adanaya çekiliyor ve Adanadan da îstanbula şu yeni teklifte bulunuyor:
Vaziyet tam bir faciadır!(Evet, 1 ekim’de şam’ı da kaybedince 11-13 ekim tarihlerinde Halep’teyken bunu teklif etmiştir. Belki de kabul edilmiş olsaydı koca imparatorluğun kaderi başka türlü olabilirdi. O teklifin doğrusu ve ayrıntıları aşağıda. O çok sevdiğiniz Osmanlı belki de hala ayakta kalabilirdi. Suç mudur, yanlış mıdır? Bunun doğrusu aşağıda)

Beni Harbiye Nazırı yaparsanız durumu kurtarabilirim!.. Artık vaziyet; bilhassa şahısların vaziyeti, İstanbulca malûm olmaya başladığından Müşir İzzet Paşa bu telgrafa cevap vermiyor; ve Yıldırım Orduları Kumandanı İstanbula gelmekten başka çare bulamıyor!!!

Mustafa Kemal Paşanın Harbiye Nazırlığını isteyişi telgrafı, Toroslarda Bilemedik mevkiinden çekilmiş; ve erkân-ı harb miralayı merhum Fuat Ziya Beye çektirilmiştir. Zira merhum Fuat Ziya’nın Müşir İzzet Paşa ile arası son derece iyidir. Elbette ki, tarih bir gün bu telgrafın da müsveddesini bulacaktır!!!(O telgraf gerçektir, gizli falan da değildir, ayrıntılar hatalı. Adam sorumluluk almak istiyor işte, daha ne istiyorsun. Aslı aşağıda. Bozguncu cahil şüphe yaratmak için nasıl çarpık cümle kurmuş)

İşte Türk milletini imparatorluk enkazı altından kurtarma hareketi mazide böyle bir istinat noktasına dayanır!!!

Sadece realiteleri tesbite memur olan biz, kıymet hükmünü umumi vicdana ve tarihe terkediyoruz!!!"

Ve o günlere geri dönelim ve işin aslına bakalım.

Mürtecilerin ve üstadları Necip Fazıl KISAKÜRE’ğin bahsettikleri muharebe Megiddo Harekadır (Nablus Hezimeti, Nablus Yarması).

Bundan öncesinde; Atatürk 15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi’nin maiyetinde Almanya’ya giderek Keiser II. Wilhelm, Genel Karargâhı ve Elsass bölgesini ziyaret etti.

1918 Haziran ayında Viyana ve (bugünkü adı Karlovy Vary olan) Karlsbad’a giderek tedavi gördü. Sultan Mehmed Reşad’ın vefatı ve Vahdettin’in cülusu üzerine 2 Ağustos’ta İstanbul’a döndü.

15 Ağustos’ta 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi’ne atandı ve Megiddo Yarmasının ardından 23 Eylül’de istifa eden, Liman Von Sanders yerine cephe komutanı olarak atandı ve Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi.

Bu arada başka bir çok muharebe olmuştur, ancak bunlarda Atatürk görevli olmamıştır.

Megiddo Muharebesi, Süveyş Kanalı, Sina Çölü, Filistin bölgesinde yaşanan bir dizi muharebeden birisidir. 1915 yılında itibaren, Birinci Kanal Harekâtı, 1916 yılında İkinci Kanal Harekâtı, Romani ve Megdaba Muharebeleri, 1917 yılında Rafa, Ramallah Muharebeleri yaşanmıştır.

Bu bölgedeki, ilk harekat Birinci Dünyâ harbi sırasında, bahriye nâzırı ve dördüncü ordu kumandanı Cemâl Paşa’nın idare ettiği, Mısır’ı işgal eden İngilizlere karşı düzenlenen Birinci Kanal Harekatı olmuş ve hezimetle sonuçlanmıştır.

Bu günlerde sıcak evimizden, karnımız tok, sırtımız pek ve çok rahat bir şekilde atıp tuttuğumuz bu harekatlar genellikle yetersiz seferberlik hazırlıklarıyla, çok üstün düşman kuvvetlerine karşı yapılmış, ve adım adım yaşanan yenilgilerle birkaç yıl içinde bölgenin İngilizlerin eline geçmesiyle son bulmuştur.

Elbette her yenilginin savaşanlar, savaşanları ucuz tarafından eleştirenler, muzaffer olanlar açısından ayrı ayrı gerekçeleri, bahaneleri, hikayesi vardır.

Megiddo Savaşında Türk tarafı yaklaşık olarak 3000 süvari, 40 bin piyadeyle savaşa girmiştir. İngilizler ise 12 bin’i süvari, 191 bin piyadeyle savaşa girmiştir. Britanya İmparatorluğu ordusunda yeni kullanmaya başladığı Yarı paletli (half track) hafif zırhlı araçlar da mevcuttu.[5]

Genel olarak bütün bu savaşlarda İngilizler çok üstün lojistik ve silahlanma imkanlara sahip olmuşlardır. Gerek top, gerek makinalı tüfek sayıları çok daha fazladır. Bu muharebede, İngilizler gerek keşif, gerekse yer saldırıları için yoğun şekilde uçak da kullanmışlardı.

Bu harekat sırasında adı geçen Yıldırım Orduları 4., 7. ve 8. Osmanlı ordularından oluşmak üzere üç tümenli bir ordudur. Ordular Gurubunun baş kumandanı Liman Von Sanders’dir. Savaş sırasında 4. Ordunu komutanı Cemal Mersinli Paşa, 7. Ordunun komutanı Mustafa Kemal Paşa, 8. Ordunu komutanı İsmail Cevat Çobanlı idi. Orduların savaş başladığında Türk orduları doğu batı hattının kuzeyinde, içeride Şeria Nehrinden denize doğru Nablusun güneyinde 4. Ordu, 7 ve 8. Ordular olarak dizilmişti. Anlaşılacağı gibi üç ordunun oluşturduğu cephenin orta kısmında Mustafa Kemal Atatürk’ün yönettiği 7.Ordu vardı. 7 Ordu emrinde ayrıca AsiaCorp denilen küçük bir Alman birliği de vardı.

Megiddo yarmasından, bir süre önce Amman’a doğru bir yanıltmaca saldırısı yapmış olan Allenby ve orduları, von Sanders’in ordularının üçte birini hattın doğusuna yerleştirmesine neden olmuştu.

İngilizlerin esas saldırısı 19 Eylül 1918 sabahı saat 04.30 civarında önce yapılan bir topçu ateşiyle başlamıştır. Allenby, daha sonra beş tümenlik bir ordu grubuyla (11.Corps.) ile süvarilerin rahatça hareket edebileceği düzlükleri olan batı cephesinde denize bitişik 20 km.lik bir hattan taarruza geçti. Danize yakın olan batı cephesinde İngiliz donanması destroyerleri de yoğun topçu ateşiyle destek vermiştir. Bu esnada hattın doğusunda bir saat kadar zaman farkıyla yine bir başka 5 tümenlik ordu grubu(10.Corps.) cephe hattının doğusunda yoğun bir saldırı başlatmıştı. Allen by 8. Ordu emrinde bulunan 7. ve 20. Türk piyade Tümenlerinin 8000 Tüfek, 120 topuna karşı 35.000 piyade, 9000 süvari, 400 topluk büyük bir güç yığmıştı. Cephenin bu kesiminde İngilizler yer yer 1’e onluk bir kuvvet üstünlüğüne sahipti.

Ve DİKKAT İngilizlerin saldırılarını yoğunlaştırdıkları birlikler Mustafa Kemal Atatürk’ün komuta ettiği birlikler değil, İsmail Cevat Çobanlı’nın komuta ettiği 8. Ordu birlikleriydi. Yarı paletli motorize araçlarında yardımıyla 8. Ordu cephesi çöktü, açılan yarıktan yarı paletli zırhlı araçlar ve süvari birlikleri hızla ilerledi.

Türk kuvvetlerinın sıklet merkezi cephenin doğusunda tutulduğundan batı cephesi zaten zayıftı. Cephenin doğusunda hava desteği, kara ve deniz topçusu desteği olan 5 İngiliz tümenine karşılık 3 Türk tümeni kalmıştır. 1 Osmanlı tümeni bir İngiliz tümenine göre daha düşük mevcutlu olduğunu bilmek önemlidir.

Bir kez daha dikkat, yarılan cephe 8. Ordu cephesidir..[7] Bu mürtecilerin sık sık ortaya attıkları yalanlardan birisi buydu.

Savunma hattının çökmesi üzerine 7. ve 4. Ordular Şam yönüne çekilmeye başladılar. Açılan yolda hızla ilerleyen düşman süvari birlikleri kıyı şeridinden hızla geçtikten sonra, iç kesime yönelerek kuzeydeki çekilme hatlarını kestiler. Kudüs kuzeyi - Nablus bölgesinde bulunan Türk yürüyüş kolları İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF) tarafından gerçekleştirilen taarruz sortileriyle ağır kayıba uğradı.[3] Çekilme hızla açılan yarıktan sızarak cephe gerisine sarkmış düşman süvarileri ve motorize araçlarının takibi nedeniyle oldukça zorlu olmuştur. Hızla ilerleyen hareketli düşman kuvvetleri Tülkarim’de bulunan 8. Ordu kararganına kadar gelmiş, 8. ordu karargahının topluca esir düşme tehlikesi belirmiştir. Bu ordunun kalan birlikleri ağır kayıplarla Nablus’a kadar çekilmiştir. Cephenin 18 Eylül günü olan durumu en üstte, savaşın ilk anı ve gün gün takip eden zaman içindeki halleri onun altındaki haritada çok iyi şekilde çizilmiştir. Esasen suçlamalar tam da savaşın bu bölümü için yapılmıştır.

Öğlen saatlerinden itibaren İngilizler saldırılarını Mustafa Kemalin komuta ettiği 8. Ordu birliklerinin arka ve yan taraflarına doğru, ikmal yollarını ve iletişim imkanlarını yok edecek şekilde yoğunlaştırmıştır. Kuşatılma tehlikesi altına giren 8. Ordu birlikleri de Mesudiye üzerinden, Nablus’a doğru geri çekilmeye başlamış, 8. Ordu birliklerinin çekilmesi gece boyunca sürmüş ve ertesi güne kadar sürmüştür. Bu esnada dağınık şekilde geri çekilmekte olan 7. Ordu birlikleriyle aynı hizaya gelme imkanı olmuştur. Çekilme beraberce Nablus istikametinde devam etmiştir.

İşte bozguncu mürtecilerin Mustafa Kemal AtaTürk’ün aniden çekilerek cephenin çökmesine neden oldu dediği olaylar zinciri bundan ibarettir. Çöken cephe batıda sahile yakın bulunan 8. Ordu cephesidir, kuşatılma tehlikesi yaşayan AtaTürk’ün komuta ettiği bütün cephenin ortasında bulunan 7.Ordudur. 7. Ordunun çekilmesi ancak, 8. Ordu cephesi çöktükten ve İngilizler 7. Ordu yanları ve arkasına doğru sarktıktan sonra olmuştur. 8. Ordu ve 7. Ordunun kalan askerlerinin aynı hizaya gelmesi ancak 19’u akşam saatleridir. [8] Elbette buraya kadar olanlar kaybedilmiş bir savaşın hikayesidir.

Bölünmüş olan 7.ordunun Asiakorps‘un da içinde bulunduğu bir kısmı ise 21’ine doğru Ürdün yönüne doğru geri çekilmiş, yine hava desteği ve Araplar’ın arkadan sarması, ve de Britanya süvarisinin sızması gibi nedenlerle sıkışmışlar, Asiakorps bir gün kadar savaştıktan sonra tükenmiş, 7.ordunun diğer kısmı ise Dera’a’ya kadar çekildikten sonra teslim olmak durumunda kalmıştır.

En batıda bulunan 4. Ordu birliklerinin 7nci ve 8nci Ordu cephelerinde gelişen olaylara bir katkısı olmamıştır. Onlar da ilerleyen zaman içinde Dera istikametine çekilmiştir.

Savaşın devamında 20 Eylülde Cenin ve Alufe, 21 Eylülde Bisan düşmüştür. Genel olarak 7nci Ordu birlikleri cepheni çökmesiyle ikiye bölünmüş, sahilde kalan bir bölümü yine sahili takip ederek, Haydariye ve Kerkür üzerinden önce Afule, sonra Nasıraya kadar ulaşmıştır. 7. Ordunun geride kalan bölümü ise ordu karargahının da bulunduğu Tülkarim üzerinden Mesudiye’ye çekimiştir. 8nci ordu birliklerinin bir bölümü de çekilerek önce Mesudiye’de toplanmış, ilerleyen zaman içinde Cenin, Afule ve Nasıra’ya doğru gerilemiştir. 8nci Ordunun kalan birlikleri de 4ncü Ordunun kalan birlikleriyle Dera istikametinde savaş alanından uzaklaşmıştır. Savaşın devamında, İngiliz ordusunun batıdan başlattığı kuşatma devam etmiştir. Osmanlı birlikleri sürekli olarak kuşatma hattından çıkmak üzere kuzey doğu istikametine doğru çekilerek toplanmaya ve yeni bir savunma hattı oluşturmaya çalışmıştır.

Genel olarak 7nci ordunu çekilmesi dağılma şeklinde olmuştur. 8nci ordu düşmanla teması koruyarak geri çekilmiştir. Savaşın seyri boyunca ve bütün bu geri çekilmeler yoğun RAF uçak saldırıları, düşman süvari akınları, Şerif Hüseyine bağlı atlı Arap birliklerinin saldırısı(!) altında olmuştur.

Görüldüğü gibi AtaTürk açısından cepheden kaçma falan yoktur. İngiliz ordusu cephe hattının tamamında eşit derecede kuvvet bulunduran Osmanlı ordusu karşısında siklet merkezini değiştirerek hücum etmiştir. Saldırılarını ağırlıkla denize yakın şeklide konuşlanmış, İsmail Cevat Çobanlı komutasındaki 8. Ordu ve ona bağlı 22. Kolordu üzerine yoğunlaştırmıştır. 8. Ordu üstün düşman kuvvetleri karşısında dağılmış ve cephenin sağ tarafı yarılmıştır. İngilizler ardından, Mustafa Kemal Atatürk komutasındaki 7 Ordu ve 4. Ordunun ardına dolanarak bir kuşatma harekatına girişmiştir.
İngilizlerin kuşatma harekatı kısmen de olsa başarıya ulaşmıştır. Liman Von Sanders dahi esir düşme tehlikesi yaşamıştır. Atatürk’ün komuta ettiği 7. Ordunun kalanı ve 4. Ordunun büyük kısmı büyük zorluklarla imhadan kurtulmuş ve yeniden teşkilatlanarak daha da geride ikinci bir savunma hattı oluşturmayı başarmıştır.

Yarılan cephe Kemal Atatürk’ün komuta ettiği alan değildir. Ancak, sağ yanından kuşatılan, imha tehlikesi altına giren, ve daha sonra zorlukla geri çekilebilen birlikler Kemal Atatürk emrinde olan 7. Ordu birlikleridir. Şans eseri İngiliz orduları cephe ortasına değil de başka tarafa sıklet vermiştir..
Pek ala Atatürk’ün komuta ettiği cephe hattı da yarılmış olabilirdi. Bu durumda denilecek şey, askerin yiğitçe savaştığı ve kendinden üstün düşman kuvvetleri karşısında yenilmiş olduğu olacaktı. Netekim bu muharebede savaşmış askerler ve komutanların tamamı da yiğitçe savaşmıştır.

Savaş burada bitmemiştir. 23 Eylül 1918’de Liman von Sanders Liman Von Sanders istifa etmiştir. Bu arada Yıldırım Orduları grubu kurulmuş, komutanlığına Kemal AtaTürk atanmış. Kasaba, kasaba savaşarak süren geri çekilmeler devam etmiş, elde kalan askerler sürekli olarak yeniden düzenlenerek yeniden mevzilere sokulmuş, ardarda bir çok çatışma yaşanmıştır. Şam, Humus düşmüştür. Halep’te sokak savaşları yaşanmıştır. Şam’da ve Halep’te Arap halk Osmanlı ordusuna hücum etmiştir. Arap halkın Osmanlı ordusuna saldırmış olması hikaye değildir yani. Elde kalan Irak ordusu da Filistin ordusundan geride kalanlara katılarak Halep Kuzeyi Kilis Güneyinde oluşturulan son savunma hattı yardımıyla ancak İngiliz ilerlemesi durdurulabilmiştir.

Savaşın devamında, Mustafa Kemal Paşa İngiliz Süvari Tümeni‘nin ilerlemesini durdurmaya çalıştıysa da 1 Ekim’de Şam’ı da kaybedince 11-13 Ekim tarihlerinde Halep’teyken Padişah’ın Başyaveri Albay Naci (Eldeniz) Bey’e ‘çok gizli’ telgraf çekerek mütareke için müracaat etmesini ve Furgaç Ahmet İzzet Paşa’nın yeni kabinesinde Fethi (Okyar), Tahsin (Özer), Rauf (Orbay), İsmail Canbulat, Azmi Beyler ile Şeyhülislâm Mustafa Hayri Efendi (Ürgüplü) ve Mustafa Kemal’in kendisinin de yer almasını önerdi.

Evet, bu doğrudur. Çünkü yapılabilecek daha iyi bir şey kalmamıştı. Üstelik yeni savaşların hazırlıklarını birinci elden yapmak onun açısından çok mantıklıydı. Doğrusu ben de, savaş tarihçileri de Megiddo Savaşında Kemal AtaTürk’te ya da kendisiyle birlikte görev yapan Türk komutanlarda kişisel bir sorumluluk, meslekte acemilik, ehil olmama durumu görmemiştir. Alman komutanların savaştaki tavır ve tutumları elbette Türkler açısından milli değildi. Padişah, hanedan, yakın zamandaki ve o sırada görevde olan kabine bu yenilgilerde asıl sorumludur. Çünkü bunlar bu büyük dünya savaşına ülkeyi ve orduyu yeteri kadar hazırlamamış, hazarda yapılması gereken, seferberlik hazırlıklarını ihmal etmiştir. Tıpkı diğer savaşlarda olduğu gibi bu savaş da yenilginin başlıca sebepleri, yetersiz sefer hazırlıkları, kuvvetlerin çok fazla cephede yayılması, yetersiz silah ve donanımdır.

Osmanlı ordularının yenilgileri pek çoktur. Zaferleri ise bir elin parmakları kadar azdır. Bu yenilgilerin ve zaferlerin bazılarında muharebenin şurasında ya da burasında Atatürk görev almıştır.

Bütün bu hengamede yaşananları Atatürk’ü savaş alanından kaçmakla, birliklerini artniyetle cepheden çekerek ihanetle suçlamak, hain ve korkak göstermek niyetiyle bunları yeniden gündeme getirmek tek kelimeyle ŞE-REF-SİZ-LİK-TİR. Bu anlamda Necip Fazıl Kısakürek dört dörtlük bir ŞEREFSİZDİR. Bu şerefsizin peşine takılanlar da ŞEREFSİZ, kansız, soysuz, vatansız, hain ruhlu kişilerdir. Umarım bunlar yandaş oldukları İngilizlerin, Rumların, Sırpları, Ermenin, Bulgar ve Arapların elinde hak ettikleri cezayı bulurlar. İnanmadığım için Allah adı vererek bela okumuyorum, ilaha falan da havale etmiyorum.

Evet, Megiddo Muharebesi, kahramanlar gibi savaşmış, elinden geleni yapmış, kanını terini akıtmış, ancak başarısız kalmış yiğitlerin hikayesidir. Savaşmayıp sıvışanlar da büyük ihtimal bu kahramanları korkaklıkla suçlayan şerefsizlerin ataları olmalıdır.

Yapılan şey, bir yerleri uf olduğunda doktor doktor gezen, hastaneye koşanların, sıcak evinden, karnı tok ahkam kesmesidir. Hiç mecbur olmadığı halde salt vatanseverlik, milletseverlik adına kendini tehlikeye atmış, ölümcül mücadelelere katılmış bu insanları suçlamak şerefsizliktir. Unutulmasın bu subaylar Osmanlı Ordularında görev almış elli binden fazla subaydan geriye kalan bir avuç insandır. O yerlere göğlere sığdırılamayan Osmanlı Hanedanı ve onun görev verdiği hükumetlerin, özetle Osmanı devletinin yetiştirmiş olduğu ve savaş meydanlarına sürüdüğü subayların büyük bölümünün adı bir daha hiç duyulmamış, savaş meydanlarında görülmemiş, gayret sarfettikleri duyulmamıştır. İşte AtaTürk ve silah arkadaşları bu kadar az bulunan ve kıymetli subaylardandır. Hayatların boyunca hiç savaşmamış olanların, savaştan sağ dönenleri ölenler adına suçlamasını tarif edecek kelime bulamıyorum. Savaşlarda yenmek kadar yenilmek de vardır.

Hiç savaşmamışların kendileri için savaşmış ama yenilgi utancı yaşamış, atalarını, sanki o utanç kendilerine de ait değilmiş gibi, suçlaması kadar büyük terbiyesizlik yoktur.. BU TEK KELİMEYLE ŞEREFSİZLİKTİR.

Ben bunlara gönül dolusu küfür ve hakaret ediyorum. Allah olsaydı, çoktan bunların cezasını vermeliydi.


Saygılar.
Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA















HTML hit counter - Quick-counter.net