Tuncay
Yılmazer : ARMAGEDDON’A
DOĞRU
ADIM ADIM… General Allenby, Osmanlı Ordusu’nu Filistin’de
Nasıl Yok Etti?
Tarih: 18/09/2013
HARİTA ÇOK AÇIKTIR. Oraj
POYRAZ L2fSIJNoA0xfSNxA
Cephenin batısında, deniz tarafında cephenin
dört tümenli 21nci. İngiliz Ordusu tarafından
tutulduğu görülmektedir. (60,7,75,3). Aynı
bölgede İngiliz saldırısını karşılayan 8nci
Ordu cephesinde sadece iki tümenin (7,20),
geride ihtiyatta 60ncı Tümenin olduğu açıktır.
Aynı cephede 8nci ordu cephesine doğru 21nci
Ordu Tümenlerine ek olarak, üç süvari
tugayından oluşan İngiliz Kolordusu
tarafından yapılan yarma ve ardından yine
aynı birlikler kullanılarak yapılan, 7nci Ordu
yan ve arkalarına doğru gelişen kuşatma
harekatı açıkça görülmektedir.
Savaş burada, İngiliz yarması gerçekleştiği
anda kaybedilmiştir.
Takip eden çatışmalar düşman harekatını
karşılayan 8nci Ordunun dağılmasının ardından,
7nci Ordunun sürekli olarak kuşatılmaktan
kurtulmaya çalışmasından ibarettir. Savaşın
devamı sürekli olarak 7nci Ordunun daha kuzeye
ve kuzey doğuya doğru geri çekilmesi, yeni
savunma hatları oluşturulması, oluşturulan
savunma hatlarının da kuşatılması ve düşmesi,
yeniden kuzeye doğru çekilme şeklinde
gelişmiştir.
Bu şekilde kuzeye doğru şehirler bir bir
düşmüştür.
Kudüs tarihi öneminden dolayı savaşmadan
teslim edilmiştir.
Halepte Şerif Faysal komutasındaki Arap
birlikleri ve İngiliz öncüleriyle kent savaşı
yapılmıştır.
Düşen şehirlerde yerli Arap halkı hükumet
binalarına, askeri birliklere hücum etmiştir.
|
|
Kroki: İngiliz ordusunun 19 Eylül
1918'deki Megiddo ( Nablus ) Saldırısı.
Allenby'nin süvarileri direkt Türk genel
karargâhını hedeflemişlerdi.
|
Unutulmaması gereken şudur. Allenby ne kadar
stratejik
deha olursa olsun karşısındaki Osmanlı Ordusu’nun da gerek
nicelik gerekse
nitelik olarak çok kötü durumda olduğu ortadadır. Osmanlı
Ordusu bir ara
toparlandığı Nisan 1918’de Şeria Muharebelerinde Allenby’nin
kuvvetlerini
yenebilmişti. Türk tarihinin en ağır mağlubiyetlerinden biri
olan Nablus
(Megiddo) Muharebesi’nin kaybedilmesinin Erickson’a göre 3
temel nedeni vardır:
Birincisi Stratejik düzeyde arazi Kafkas ve Çanakkale
cephelerine göre daha
uygundu. Harekât düzeyinde Allenby’nin kolordu
büyüklüğündeki birlikleri
aldatma ve yığınak amacıyla muharebe alanında kaydırmasına
yeterli mesafeler
bulunuyordu. Allenby sayesinde 1917-1918 yıllarında İngiliz
Ordusu temel
muharebe alanı düzeyindeki taktik tekniklerde muazzam
ilerlemeler sağlamıştı.
Harp tarihçisi Fahri Belen “Orduları birbirine denk
cephelere yaymak suretiyle
her deliği kapamak isteyen zihniyet neticesinde,
düşman herhangi bir yerde
kuracağı ağırlık merkezi ile cepheyi
istediği yerden yarabilecek durumda idi.” diye
yazar.
Türk savunması daha esnek olabilseydi bu kadar çabuk bir
şekilde dağılma
olmayabilirdi, Gazze’de olduğu gibi düzenli bir ricat tümen
seviyesindeki
kuruluşların topyekün imhasını önleyebilirdi. Yukarıdaki
düşüncelere ek olarak
Osmanlı Genelkurmayı’nın Filistin’den gelen tehlikenin
büyüklüğünü takdir
edemediğini, Rusya’nın devrim sonucu yıkılması ve Bakü
yolunun açılması
Azerbeycan’la bir nevi “Anschluss”
rüyalarının doğmasına neden
olduğunu düşünüyorum. Liman von Sanders’in “emrimdeki subay kadrosu
eksiliyor, subaylar daha
yüksek ücretlerle Kafkas cephesine gönderiliyor”
yakınması boşa
değildi.
General Edmund Allenby’nin Osmanlı Ordusu karşısında
aldığı başarıların
nedenlerini analiz etmeden önce , 1916’nın sonlarında
Asquith’in istifasıyla
İngiliz hükümetinin başbakanlığını üstlenen Llyod George’un
savaşın yönetimi ve
hedefleri konusundaki görüşlerini bilmek gereklidir.
Siyasete atıldığı ilk
yıllarda savaşa ve sömürgeciliğe karşı muhalif tavırları ile
dikkati çeken L.
George sonraki yıllarda eski fikirlerinin tam tersini
savunmaya başlamış, daha
emperyalist bir politikanın takipçisi olduğu gibi,
Yahudilere Filistin
topraklarında bir yurt amacını güden Siyonizm ideallerini de
savunmuştur. Genç
bir avukatken Theodor Herlz’in avukatlığını yapması,
Yahudileri destekleyen bir
mezhebe sahip olması da dikkat çekicidir.
Llyod George hükümeti , binlerce askerin bir avuç toprak
parçası için
öldüğü, tamamen bir kördüğüm haline gelmiş , İsviçre’den Manş
denizine kadar
uzanan bir hat üzerinde , hem Almanların hem de müttefiklerin
ağır kayıplar
verdiği Batı Cephesi yerine , Doğu’da bir an önce askeri bir
başarı istiyordu.
Böylelikle müttefikler için kötü geçen ikibuçuk yılın ardından
zayıf gördükleri
Osmanlı İmparatorluğu karşısında alınacak başarıların İngiliz
halkına ihtiyacı
olduğu morali verebilecekti. Hükümetin başa gelir gelmez ilk
işlerinden birinin
Mısır’daki İngiliz Ordusuna Filistin’in kapısı kabul edilen
Gazze-Birüssebi
hattına ilerlemesini emretmesi olması şaşırtıcı değildir.
Ancak Mısır İngiliz
Kuvvetleri Komutanı General Murray bu hedefi
gerçekleştiremeyecek, Gazze
önlerinde Osmanlı Ordusu karşısında bir ay arayla iki kez
yenildiği için
görevden alınacaktır.

General Edmund Allenby’nin Haziran 1917 sonunda göreve
getirilmesi böyle
bir siyasi ve askeri ortamda olmuştur. Hükümetin kendisinden
çok şey beklediği
açıktır. Verilen hedefler nedeniyle İngiliz Genelkurmayı ile
hükümeti arasında
ciddi görüş ayrılıkları ortaya çıktığını da belirtmek
gerekli. Genelkurmay
Başkanı Robertson tek bir askerin bile Fransa’dan
ayrılmasını istemiyor, asıl
savaşın Batı Cephesinde sonuçlanacağını düşünüyordu. Oysa
Allenby’nin
hükümetten aldığı görev Filistin’i işgal etmek ve Noel’den
önce Kudüs’ü ele
geçirmekti. Sivil ve askeri yetkililer arasındaki çekişme
sonucunda Robertson
Şubat 1918’de görevden alınacaktır.
|
|
Birinci
Gazze
Muharebesinde İngilizleri karşılayan Türk
askerleri
|
Osmanlı Ordusu karşısında Gazze’de arka arkaya aldığı
yenilgilerle zor
durumda kalan İngiliz Mısır Sefer Gücü Komutanlığı’na yeni
bir profesyonellik,
heyecan ve disiplin getiren Sir Edmund Henry Hynman Allenby
(1861-1936)
başarılı bir askeri kariyer ile dikkati çekiyor. Kraliyet
Askeri Akademisi’ni
bitirdikten sonra 1882’de Inniskilling Dragoons birliğinde
göreve başladı.
Güney Afrika’da 2.Boer savaşında (1899-1901) yılları
arasında çarpıştı.
Kurmaylık eğitimini de başarıyla tamamlayan Allenby, Birinci
Dünya Savaşı’nda
Batı Cephesi’ndeki İngiliz Ordusunun 1. Süvari Tümeni
komutanıydı. Birinci
Ypres Savaşı’ndan sonra 3.Ordu Komutanlığına getirildi.
Allenby Almanlara karşı
Batı cephesinde 3.Ordu’yu başarılı bir şekilde kumanda
etmişti. Birinci Dünya
Savaşı’nın İngiliz ordusunda yıldız parlayan generallerinden
Douglas Haig’le
özellikle Arras savaşındaki taktikler konusunda uyuşamaması
nedeniyle 1917
yılının Haziran ayında Mısır’daki İngiliz Ordusunun
komutanlığına atandı.
|
Birinci
Gazze
Muharebesinde İngiliz hücumlarını püskürten
Alayın askerleri sancak ile
|
Heybetli bir görünüme sahip olması, sinirliliği ile aynı
zamanda
soğukkanlılığını birleştirmesi “Bull” Boğa
lakabıyla anılmasına neden olacaktır.
Kaba ve haşin davranışları astlarını irrite etse de tüm orduda
askerlini
eğitmede yetenekli bir komutan olarak kabul ediliyordu. Çok
daha önemlisi
modern savaş yönetiminin dinamiklerini çok iyi bilmekteydi.
Başarı için piyade
ve topçunun uyumlu olması gerektiğinin farkındaydı. Süvarilere
verdiği önemi
Batı Cephesinin uçsuz bucaksız siper hatlarında pek gösterme
imkanı bulamasa da
Filistin topraklarında süvari + piyade kombinasyonlarıyla
Osmanlı Ordusunu bir
hayli yıpratacaktı.
General Edmund Allenby göreve atandıktan sonra Osmanlı
ordusunun
Gazze-Birüssebi hattını yarma amacıyla hazırlıklarına
başladı. Birliklerinin
önemli bir kısmı 1. Dünya Savaşı’nın başında silahbaşı
yapmış , Çanakkale’de de
çarpışmış olan 52., 53., ve 54. territorial tümenlerdi. Daha
önce bölgede
Türklere karşı çarpışma tecrübesi olan 10., 60., 74., ve 75.
Tümenlerde
Allenby’nin birlikleri arasındaydı.
Asıl vurucu gücü ise çoğunluğu Anzaklardan oluşan 3
süvari tümeniydi.
Allenby’nin top ve cephane istekleri kısa zamanda yerine
getirildi. Taburların
teçhizatları artırıldı. Demiryolu ve içme suyu hatları
döşendi. Askeri
istihbaratın başına siyonist ideallere bağlı tartışmalı bir
kişilik olan
Richard Meinertzhagen’i getirdi.
General Allenby birliklerini de yeniden düzenlemişti.
Piyade tümenleri ile
süvari tümenlerinden kurulu Murray’ın yaptığı kolordu
organizyasyonunu
kaldırarak iki konvansiyonel kolordu (XX. ve XXI.) ve bir
süvari kolordusu
kuracaktı. Allenby bu düzenlemelerle günümüzdeki İngiliz
ordusunun taktik ve
doktrinlerinin temellerini Filistin’de atmıştır. Allenby’nin
topçu gücüne
verdiği önemi de vurgulamak gerekli. Fransa’dan geldiğinde
sadece fazla top
eklemenin savaş alanında taktik üstünlüğü sağlamada yeterli
olmadığını, topçu
kontrolunün de önemli olduğunu fark etmiştir. Buna ek olarak
Allenby, 1917
yazında ağır topçu grupları oluşturmuş, bununla iki piyade
kolordusunu
desteklemiştir.
Bu topçu grupları karşılıklı topçu muharebeleriyle Türk
topçusunun
etkisizleştirmişti. Küçük topçu grupları piyadeyi
desteklerken ağır topçular
Türk topçusu üzerine yönlendiriliyordu.
Allenby’nin nicelik olarak yaptığı değişikliklerden
ziyade orduda yaptığı
zihniyet değişikliği de dikkati çekiyor. Güçlü karakterinin,
kişisel
görünümünün askerler üzerindeki moral etkisi çok büyüktü.
Cephe hattındaki
birlikleri sık sık ziyaret eder ve güven telkin ederdi.O
dönem İngiliz er ve
subaylarının hatıratlarında hiç tahmin etmedikleri bir anda
Allenby’nin ön
hatlara ziyaret gerçekleştirdiği, askerlerin elini sıktığı,
konuştuğu sıkça
vurgulanır.
Sadece kişisel olarak başarı yeterli değildi elbette.
Allenby’nin başarılarından bir tanesi ekibini
yeteneklerine göre yeniden
organize etmesiydi.
Sir Edward Buffin XX. Kolordu komutanlığına, en iyi
süvari komutanlarından
biri olarak kabul edilen Sir Philip Chetwode XXI. Kolordu
komutanlığına, ve
Çanakkale Savaşı tecrübesi de bulunan Avustralyalı General
Henry Chauvel de
süvari kolordusunun komutanlığına getirmiş,
Batı cephesinde görev yaptığı 3.Ordu’nun kurmay başkanı
Sir Louis Bols’u da
yanına almıştı. Bols , Guy Dawnay’i (Çanakkale ‘de 25
Nisan’daki meşhur V plajı
çıkarması faciasından kurtulan yetenekli subay) asistan
olarak atadı.
Sonuçta Mısır İngiliz Kuvvetleri (hem moral hem de
nicelik acıdan kapsamlı
değişikliklerle) Allenby’nin Filistin Ordusu halini almıştı.
İngiliz planı Birüssebi’deki Türk hatlarını 20.Kolordu
ve süvari birlikleri
ile birlikte kuşatma üzerine planlanmıştı. Allenby’nin
kurmayları 7 tümen
gerektiğini bildirdiler. En önemli sorun özellikle süvariler
için suydu. Boru
hatları döşendi. Depolar yapıldı. Ayrıca planda Türkler yok
etmeden
Birüssebi’deki içme suyu kuyularına da ulaşmak vardı.
İstihbaratın önemine de
değinmek gerekir. Allenby’nin kurmayları Türkleri aldatmak
için plan da
yaptılar. Osmanlı ordusu ana saldırıyı yine sahil şeridinden
bekliyor havası
verildi. Başlıca demir yolu, ve su hatları sahil yolu
boyuncaydı. Meşhur
(içinde yanlış bilgilerle dolu haritalar ve planlar bulunan
)sırt çantasını
düşürme olayı da Meinertzhagen tarafından organize
edilmişti.
|
General Edmund Allenby
|
31 Ekim 1917’de gece iyi saklanan Allenby’nin ordusu iki
kolorduyla(!)
Birüssebiye saldırdı. Sürpriz bir şekilde İngilizlere en
fazla dayanan Arap
tümeni olmuştur. Türkler kuyuları yok edemeden Allenby’nin
süvarileri
Birüssebi’ye girdiler. Osmanlıların sol kanadından
çevrilmeye başlayınca
Gazze’deki birlikler geri çekilmeye başlamıştı. 9 Kasım’a
kadar 8. Ordu 20 mil
daha çekilirken Osmanlı Yıldırım Orduları Grup Komutanı ünlü
Alman General
Falkenhayn karargâhını daha geriye taşıdı. Üç dinin kutsal
şehri Kudüs
neredeyse 4 asır sonra İngiliz ordusunun tehdidi altındaydı.
Yıldırım Orduları
Grubu 26.000 zayiat ( şehit, yaralı ve kayıp) vermişti.
Allenby’nin kaybı’da
18.000 kişidir. İngiliz askeri tarihçi Cyrill Falls “Allenby’nin
piyadede bire iki , süvaride ise bire sekizlik bir
üstünlüğe sahip olduğu
düşünülürse başarısının pekte büyük olmadığı
anlaşılır. diye yazacaktır.
Amerikalı askeri tarihçi Ericksonn, Falls’ın topçu ve
donanma bombardımanı
üstünlüğünü ve devasa lojistik desteği de hesaba
katmadığını belirtir.
Filistin’in
kapısı
sayılan Gazze-Birüssebi hattı yarılmıştı artık. İngiliz
birliklerinin
kuzeye doğru ilerlemesi devam etti. Neredeyse bir ay
boyunca yapılan saldırılar
Filistindeki Osmanlı ordusunun hem moral hem de fiziki
olarak yıpranmasına
neden olmuştu. Allenby’nin hükümetine verdiği “Noele
kadar Kudüs’te olmak” sözü gerçekleşmek üzereydi. 7 Aralık’ta İngiliz
orduları şehrin kenar
mahallelerine ulaştılar.
Allenby’nin harekatlarında dikkati çeken noktalardan bir
tanesi ulaşım ve
haberleşme hatlarını öncelikle hedeflemesidir. Kudüs’e
saldırırken öncelikle
Kudüs-Nablus yolunu hedef alması Osmanlı 7.Ordusu’nun
geriyle irtibatını kesmek
içindi.
Türk ve Alman subayların (yıllar sonra yazdıkları
anılarında) birbirlerini
karşılıklı suçlamaları sözkonusu olsa da Kudüs’ün kaybı
askeri literatürde çok
tartışılmış değildir. Şehri savunan Ali Fuat (Cebesoy)
kutsal yerlerin daha
fazla tahrip olmasını önlemek için geri çekildiklerini
belirtir. 8 Aralık
sabahı yoğun sis , Kudüs’ün batısını savunan mevzilerdeki
Türk birliklerinin
baskına uğramasına neden olmuştu. Von Kress ise anılarında
şehrin
savunulmasının başarısız olduğunu belirtecektir.
Nedeni ne olursa olsun Kudüs kaybedilmiş, Mekke ve Bağdat’tan
sonra bir
dini merkez daha Osmanlı İmparatorluğu’nun elinden
çıkmıştır.Medine ise
umutsuzca Lawrence’in yönettiği Haşimi Arap birliklerinin
kuşatmasına
direnmektedir
|
General Edmund Allenby
|
General Sir Edmund Allenby ve kurmayları 11 Aralık 1917
günü Yafa
kapısından yürüyerek Kudüs’e girdiler.(Şehrin kutsallığına
olan saygısından
dolayı böyle davrandığı söylenir.) Kudüs’ün alınması İngiliz
Genelkurmayı
açısından stratejik açıdan önemli kabul edilmese de siyasi
ve moral açıdan
İtilaf Devletlerinde çok olumlu bir hava esmesine neden
olmuştu. Özellikle
Amerikan kamuoyu , kutsal bir şehri Müslümanlardan geri alan
“Modern
Arslan
Yürekli Richard” Allenby’nin
başarısından, 700 yıl sonra ilk kez
Noel’in bu şehirde Hristiyan yönetimi altında kutlanacak
olmasından çok
etkilenmişti. İngiliz Hükümeti’nin beş hafta önce de
Filistin topraklarında
Yahudilere yurt hakkını tanıyan Balfour Deklarasyonu” nu
kabul ettiği hatırdan
çıkarılmamalı. Başbakan Llyod George Filistin’de Yahudilere
yurt hakkı
tanınması resmen açıklanmasının Araplar nezdinde
oluşturabileceği
rahatsızlıktan kaygı duyanlara, “Filistinli Araplarla
savaştığımız için onlara
ulaşamadık” diyecekti.
|
Osmanlı Ordusu’nun Kara Günü ( 19 Eylül 1918
)
|
|
Kroki: İngiliz ordusunun 19 Eylül 1918'deki
Megiddo ( Nablus ) Saldırısı.
Allenby'nin süvarileri direkt Türk genel
karargâhını hedeflemişlerdi.
|
Allenby’nin planı Ekim 1917’deki Gazze – Birüssebi
muharebelerinde
uyguladığı planın tam tersiydi. Her zaman olduğu gibi süvari
asıl vurucu güç
olacaktı. Osmanlı Ordusu cephe hattı Aralık sonuna doğru Ölü
Deniz’in
doğusundan Akdeniz’e uzanıyordu. Yıldırım Orduları komutanı
Liman von
Sanders’te İngilizlerin büyük saldırısının sol yanlarından
olacağını tahmin
ediyordu.
Allenby ise Şeria ırmağına yakın yerden aldatma taarruzu
yapmak, daha sonra
denize yakın dar bir hat üzerinden Türk hatlarını yarıp
geçmeyi planlıyordu.
Allenby’nin asıl amacı süvarilerle Osmanlı Ordusu’nun ana
ulaşım hatlarını
kesmekti. Bu hedef elde edildikten sonra Türk kuvvetleri
kuşatılacaktı.
İngilizlerin ana saldırısından önce 16 Eylül’de Albay
T.Lawrence
komutasındaki Bedevi birlikleri Dera’ya saldırdı. Bir gün
sonra cephe hattının
ortalarında İngiliz 20.Kolordusu iki gün süren saldırılarda
bulundu. Yıldırım
Orduları karargâhı artık büyük İngiliz saldırısının sol
yanlarından geleceğine
ikna olmuştu. 8.Ordu Komutanı Cevat Paşa bu büyük saldırıdan
birkaç gün önce
Sanders’i uyarmış, İngilizlerin büyük bir saldırı hazırlığı
içerisinde
olduklarını rapor etmiş, ancak dikkate alınmamıştı.
Yabancı tarihçilerin “Armageddon- Kıyamet”
olarak
adlandırdığı 19 Eylül 1918’de Türk askeri tarihinin en kara
günlerinden birisi
yaşanacaktı. Saat 04.30 sıralarında kısa bir bombardımandan
sonra Allenby,
takviyeli bir kolordu ile denize bitişen 20 km.lik bir
hattan taarruza geçti.
7. ve 20. Türk piyade Tümenlerinin 8000 Tüfek, 120 topuna
karşı 35.000 piyade,
9000 süvari, 400 topluk büyük bir güç yığmıştı.
Saat 7 sıralarında cephe yarılmıştı. Osmanlı 22. Kolordu
karargahına
cephenin çökmeye başladığına dair ardı ardına raporlar
gelmeye başlamıştı.
8.Ordu umutsuzca yardım istiyordu. Liman Paşa eldeki son
ihtiyatları da
kullanmıştı. Anzak süvari birlikleri açılan gedikten süratle
içeri daldılar.
Süvari tümenlerinin görevi Nasıra, Nablus ve Esdrelon
ovasının kuzey
çıkışlarıydı. Savaş tarihinin en büyük süvari
harekatlarından biri Megiddo
(Nablus) Muharebesinde gerçekleşiyordu. Nasıra’daki Yıldırım
Orduları Grubu
karargahı sağ yanının imha olduğunu sol yanının açıkta
kaldığını öğleye doğru
öğrendiğinde iş işten geçmişti. Sanders, Mustafa Kemal Paşa
komutasındaki
7.Ordu’ya kuzeye doğru çekilmeye başlamasını emretti. 20
Eylül’de Nasıra’ya giren Anzak süvarileri Liman von Sanders’i son anda
ellerinden kaçırdılar.
Filistin ağır bir bozgun sonucunda kaybedilmiş, çok sayıda
birlik teslim
olmuştu.
Sonuç:
Uzayıp giden karşılıklı siper hatlarının arasında
birbirine umutsuzca
saldıran, ağır topçu ve makineli tüfek ateşi altında ölen
binlerce askerle
karakterize Birinci Dünya Savaşı’nda Allenby gibi çarpıcı
başarılar elde eden,
savaşın kaderini değiştiren komutan sayısı azdır.
Biyografisini yazan bir
araştırmacının ifadesiyle bu savaşın en iyi generallerinden
biridir. Yabancı
tarihçiler Allenby’nin daha sonraları 2. Dünya Savaşı’nda
kendini gösteren “Blietzkrieg”
operasyonlarının ilk uygulayıcısı olduğunu belirtirler.
20 yy’ın en önemli askeri tarihçi ve stratejistlerinden
Liddel Hart’a göre
Eylül 1918’deki Allenby’nin zaferi esas olarak stratejik
araçlarla
gerçekleştirilmiş, çarpışmanın payı önemsiz derecede
kalmıştır. Clausewitz’in
zaferin bedelinin kan olduğu şeklindeki dogmasının altında
kalanlar için bu
harekatın değerini anlamak belki güçtür. Filistin
harekatının geneli
değerlendirildiğinde Allenby’nin Türk ulaştırma ve iletişim
hatlarını hedef
aldığı dikkati çekiyor. Liddel Hart’ın da haklı olarak
belirttiği gibi “Bir
ordunun
ulaştırma hatlarını kesmek, onun maddi alandaki
örgütlenmesini felce uğratmak
demektir. Çekilme yollarının tıkanması, haberleşme
imkanının kesilmesi (
Afule’deki ana haberleşme merkezinin İngiliz
uçaklarınca bombalanması ) Osmanlı
Ordusunu felç etmiştir.
Unutulmaması
gereken
şudur. Allenby ne kadar stratejik deha olursa olsun
karşısındaki
Osmanlı Ordusu’nun da gerek nicelik gerekse nitelik
olarak çok kötü durumda
olduğu ortadadır. Osmanlı Ordusu bir ara toparlandığı
Nisan 1918’de Şeria
Muharebelerinde Allenby’nin kuvvetlerini yenebilmişti.
Türk
tarihinin
en ağır mağlubiyetlerinden biri olan Nablus (Megiddo)
Muharebesi’nin
kaybedilmesinin Erickson’a göre 3 temel nedeni vardır:
Birincisi Stratejik
düzeyde arazi Kafkas ve Çanakkale cephelerine göre daha
uygundu. Harekât
düzeyinde Allenby’nin kolordu büyüklüğündeki birlikleri
aldatma ve yığınak
amacıyla muharebe alanında kaydırmasına yeterli
mesafeler bulunuyordu. Allenby
sayesinde 1917-1918 yıllarında İngiliz Ordusu temel
muharebe alanı düzeyindeki
taktik tekniklerde muazzam ilerlemeler sağlamıştı. Harp
tarihçisi Fahri Belen “Orduları birbirine
denk cephelere yaymak
suretiyle her deliği kapamak isteyen zihniyet
neticesinde, düşman herhangi bir
yerde kuracağı ağırlık merkezi ile cepheyi istediği
yerden yarabilecek durumda
idi.” diye yazar. Türk savunması daha
esnek olabilseydi bu
kadar çabuk bir şekilde dağılma olmayabilirdi, Gazze’de
olduğu gibi düzenli bir
ricat tümen seviyesindeki kuruluşların topyekün imhasını
önleyebilirdi.
Yukarıdaki düşüncelere ek olarak Osmanlı Genelkurmayı
Filistin’den gelen
tehlikenin büyüklüğünü takdir edemediğini, Rusya’nın devrim
sonucu yıkılması ve
Bakü yolunun açılması Azerbeycan’la bir nevi “Anschluss”
rüyalarının doğmasına neden olduğunu düşünüyorum. Liman von
Sanders’in “emrimdeki
subay
kadrosu eksiliyor, subaylar daha yüksek ücretlerle
Kafkas cephesine gönderiliyor”
yakınması boşa değildi.
1917 yılının İngiliz siyasetinde Türklere ders verme,
onları bir an önce
safdışı etmek isteyen yeni “Churchill”i
Llyod George ise bu görevi
gerçekleştirecek “General
Hamilton” da “General Allenby”
dir. Modern Savaş
tarihinde taktik ve stratejik alanda bir çok yenilikleri
uygulama fırsatı bulan
Allenby Kudüs başta olmak üzere Filistin’de ele geçirdiği
bir çok şehirle “Haçlı
Seferi”
ruhunu yeniden diriltmiştir.
Peki İngilizler neden savaşın ilerleyen zamanlarında
Filistin’e bu kadar
önem vermişlerdi? Llyod George’un Siyonist idealleri olan
bir başbakan olduğu
daha önce belirtmiştik. Kendi Genelkurmayı ile ters düşme
pahasına Allenby’nin
Filistin’i bir an önce ele geçirmesini isteyen ve
destekleyen oydu. Görünen
amaç Osmanlı’yı yıkmak olsa da muhtemel barışta müttefiki
olmasına rağmen
Fransızları bu bölgeden olabildiğince hak iddia etmelerini
önlemek, Balfour
deklarasyonunun hedef gösterdiği toprakları da bir an önce
ele geçirmekti.
Kudüs’ün İngilizlerce alınmasının “Doğu Sorunu”
nun bir şekilde
halledildiğini, ancak günümüze kadar süren Arap-İsrail
Sorununun da sembol
başlangıç noktalarından biri olduğu da açıktır.
Modern Türk tarihi Filistin bozgununu Arabistanlı
Lawrence ve Arap ihaneti
perspektifinden ele almıştır. Bunun hatalı bir yaklaşım
olduğu açık. Kimbilir?
Batı Dünyası , Llyod George’un o dönemde savaştıklarını
söylediği Filistinli
Araplara Osmanlı tarafını tutmanın bedelini hâlâ daha
ödetmiyor mu?
Bu yazı daha önce Kültür Dergisi, Filistin Özel Sayısı
Yaz 2009 ( No:15) 'te yayınlanmış, alınan izinle
siteye konulmuştur.
Yararlanılan
Başlıca Kaynaklar:
-
David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, (Çev.
Mehmet Harmancı)
Epsilon Yayınları, 2004, İstanbul
-
Anthony Bruce, The Last Crusade The Palestine
Campaign in the First
World War , John Murray Publishers, London, 2003
-
Edward J. Erickson, Ottoman Army Effectiveness in
World War I: A
Comparative Study (Case Series: Military History and
Policy), Routledge,
New York, 2007
-
Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum –
Birinci Dünya Savaşı’nda
Osmanlı Ordusu, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2003
-
Matthew Hughes, Allenby and British Strategy in
the Middle East
1917-1919, Frank Cass Publishers, London, 1999
-
Edward Erickson , Gallipoli& Middle East 1914-1918, Amber Books,
London, 2008
-
Fahri Belen, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi V.
Cilt 1918 Yılı
Hareketleri,
-
Genelkurmay Başkanlığı , Ankara
-
Von Kress , Kuma Gömülen İmparatorluk,,
Yeditepe Yayınevi, İstanbul,
2007
**********************
YORUMLAR
4313_Tosun Saral 21-09-2013, 15:38:56
Kudüs’ün Kaybı
Avusturya-Macaristan topçu yüzbaşılarından Yahudi asıllı
Marek Schwartz’ın,
sonradan gazeteci-yazar Pierre van Paasen’e anlattığına
göre, Cemal Paşa,
Avusturya bataryalarının Mescid-i Aksa (Dome of the Rock)
üzerine nişan
almalarını ve Küdüs’ün yerle bir edilmesini kendisine
emretmiştir. Schwartz ise
bu güzelim kutsal şehrin tahrip edilmesini gönlü
elvermediğinden bu emri yerine
getirmeyip toplarını tahrip ederek İngilizler’e teslim
olmuştur. Van Paasen
abartılı yazıları ile tanınan bir yazar olup tevatürü pek
kabul görmemekle
beraber, onun biyografisini kaleme alan Yahudi yazarlar H.
David Kirk ve
Beverly Tansey bu iddianın doğruluğunu kitaplarında iddia
edince, iddia hayli
tutulmuş ve değişik kitaplarda da yer almıştır. Türkler’in
Küdüs’ü kaybetmesi
gerek Hıristiyanlar gerekse Yahudiler arasında büyük bir
çoşku ile
karşılanmıştır. 1921 yılında Küdüs’e giden Amerikalı Dr.
W.H.T. Squires
hatıralarında, Amerikan Hastanesi’nde Türk yaralı askerlere
bakan bir Katolik
hemşirenin, Türkler’in şehri terk ettiklerini duyunca Türk
yaralıları tedaviyi
bırakarak gözyaşları içinde tanrısına şükür duası ettiğini
yazmaktadır.
Marek Schwartz’ın yazdıklarının aksine, Ahmet Cemal
Paşa’nın komutası
altındaki 4. Ordu, 21 Kasım 1916’dan itibaren Kudüs’ün
savunulması işini ele
almış, kutsal yapılar zarar görmeyecek kadar, şehrin
ileriden savunulmasına
karar verilerek mevziler, arazi dolaşılarak keşif ve tespit
edilmişti. Saptanan
mevzilerin ileri araziye son derece hâkim ve geniş çapta
ateş alanı ve
gözetleme olanağına sahip olmasına özen gösterilmişse de
arazinin çok kesik
olması, bazı kısımlarında derin uçurumlarla dik yamaçların
çoğunluk teşkil
etmesi yüzünden mevziden bir kısım hedeflerin görülememesi
sakıncası
önlenememişti.
Tüm bunlar bir yana, aslında biz Kudüs’ü savunacak asker
bulamadığımız için
kaybettik:
“Üç
tabur, Ah
Üç tabur! Nebi Samoil siperlerinde Kudüs için kan döken
Türk askerlerine bu
kadarcık yardım edemiyoruz. O yıl Galiçya topraklarında
dövüşmek için yirmi bin
lüzumsuz Türk bulmuştuk. Bir yığın Anadolu çocuğunu,
yurdundan kopmuş, uızak
Medine içinde, iskorpite ve çöle yediriyorduk. Bir sabah
kumandanın [Ahmet
Cemal Paşa] odasına girdiğim zaman, gözlerinin
ağlamaktan yorulmuş olduğunu
gördüm: Kudüs, İngilizlerin elinde idi. Oradaki son
Türklerin nasıl kahramanca
vuruştuklarını masanın üstünden aldığım şifreli
telgraftan okudum. Kudüs’ü
İsrailoğulları gibi bırakmadık; Türkler gibi bıraktık.
Nebi Samoil üstünden
Müslüman veya Hıristiyan mabedlerine doğru inenler,
Türklerin son gününü
hatırlayacaklardır. Karargâhın içinde: “Kudüs
düştü!”
sözü ölüm
haberi gibi yayıldı.
Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Haleb’e gözyaşlarımızı
hazırlamak lâzımdı. Artık
Anadolu’yu ve İstanbul’u düşünüyorduk. İmparatorluğa,
onun bütün rüyalarına ve
hayallerine, Allahaısmarladık!”
Küdüs’ün Ahmet Cemal Paşa zamanında kaybedilmediğini;
Yıldırım Orduları
Komutanı Alman von Falkenhayn zamanında kaybedildiğini
özellikle belirtmek
isteriz.
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy, yakın dostu
Mithat Cemal
Kuntay’a Kudüs’ün kaybedildiği haberini nasıl aldığını şu
üzüntülü cümlelerle
anlatmıştır:
“Sinirlerine
dokunan
bir mısra vardı: “Milletim nev'-i beşerdir, vatanım
rûy-i zemin!” (İnsanlık milletimdir, yeryüzü vatanım) Bu mısrayı
okuduğum gün acı acı
gülerek;
-Sen de bu yalana inanıyor musun? Bir Avrupalının nev'-i
beşerinde, rûy-i
zemininde Türkler ve Müslümanlar dâhildir sanıyor musun?
dedi. Sonra tuhaf bir
şey anlattı:
-Umumî Harpte biz üç kişi Berlin'e gittiğimiz zaman Alman
Hükümeti bize ne dedi
bilir misin? Türklerle ittifak ettik diye Reichstag'ta
Katolik mebuslar
bağırıyorlar, Müslümanlar ve Türkler gibi vahşîlerle medenî
Alman milleti nasıl
birleşir? diyorlar. Makaleler yazınızda Türklerin ve
Müslümanların da insan
olduklarını bu adamlara karşı ispat edelim. dedi.
-Acayip! dedim.
-Bundan daha acayibi var! dedi; Yine, Umumî Harp’te
Viyana'da idim; bir gece
Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı; otelin
penceresinden baktım;
caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi
kendime: “Müttefikimiz
Viyanalılar
galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar.”
dedim.
Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:
-Bir zafer haberi mi var! dedim. Adam:
-Zafer de söz mü? dedi. İngilizler Müslümanlardan Kudüs'ü
aldılar: İngiliz
ordusu Allenby'nin kumandasında Kudüs'e girdi. Mukaddes
şehir Hilâl’den kurtuldu,
haç’a kavuştu.”
Ve Akif bunu anlattıktan sonra gözlerime dik dik baktı:
-Milletim nev'-i beşer, vatanım rüy-i zemin! Öyle mi? dedi.
Sonra ilâve etti:
Biz bu yalana inanırsak, ne milletimiz kalır, ne rûy-i
zeminimiz! Avrupa'nın
nev'-i beşerinde ben yoksam, benim nev'-i beşerimde de o
yoktur.”
Aslında, İstanbul’da resmî Avusturya –Macaristan
yetkilileri ve Türk
hükümet çevreleriyle subaylar ve askerler arasında
sürdürülen dostane
ilişkilere rağmen, Viyana’da Türkler aleyhine bir takım
entrikaların çevrildiği
de oluyordu. Bern’deki Avusturya-Macaristan askerî
ateşesinin 14 Temmuz 1916
tarihli, Türk ajanların İngiliz ajanlar ve diplomatlarıyla
sıkı ilişkide
bulunduğu yolundaki raporu, Viyana’da ciddi bir huzursuzluk
yaratmış, bu
haberlerin gerçek olup olmadığı hususu General
Pomiankowski’ye sorulmuş ve
Viyana güçlükle ikna edilebilmişti.
Kudüs’ün savunulup savunulmayacağı konusu müttefikler
arasında hayli
münakaşalara neden oldu. Yıldırım Orduları Komutanı Müşir
von Falkenhayn,
şehrin kesinlikle savaşarak savunulması taraftarı idi.
Bazıları da kutsal
şehrin savaşılarak savunulması halinde birçok kutsal mabedin
yıkılacağını,
bununda müttefikler için büyük bir prestij kaybı olacağını
söylüyorlardı.
Bunlara Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Czernin’de
katıldı. 19 Kasım
1917’de Büyükelçi Pallavicini’nin de bulunduğu bir
toplantıda Sadrazam Talat
Paşa’ya yarı şaka yarı ciddi biçimde “Osmanlı Ordus, Kudüs yerle
bir olmadan çekilmelidir”
demişti. Buna karşılık, Talat Paşa Kudüs konusunda bir
garanti veremeyeceğini
söylemiştir. Süreç içinde olumlu bir sonuç alınamayınca
Avusturya-Macaristan
yetkilileri General Pomiankowski’ye Enver Paşa ile
görüşmesini ve Kudüs eğer
bir muharebe sonunda harap olursa Avusturya-Macaristan
askerlerinin geri
alınacaklarını ve askerî yardımın kesileceğini söylemesini
istediler. Enver
Paşa Kudüs’ün Müslümanlar için Mekke ve Medine gibi kutsal
bir şehir olduğunu
ve savaşmadan düşmana terk edileceği sözünü verdi. Enver
Paşa sözünü tuttu ve
Kudüs düşmana savaşmadan terkedildi.
7 Aralık 1917 günü 20. İngiliz Kolordusu, yoğun yağmur
altında, Kudüs’ü
savunan 3. Türk Kolordusu’na karşı hücuma geçerek kesin ve
etkili başarılar
elde etti. Nihayet, 9 Aralık 1917’de Türk kuvvetleri geri
çekildiği için Kudüs
10 Aralık 1917’de İngilizlerin eline geçti.
Kaynak: Tosun Saral-Emre Saral "Çanakkale ve Sina-Filistin
Cepheleri'nde
Avusturya Ordusu Topçu Bataryaları
4314_Tosun Saral @21-09-2013, 15:43:38
3. resim: Gazze'yi Savunan Yarbay Ethem Bey
komutasındaki şanlı 79 ncu
Piyade Alay Sancağıdır.
4316_Ahmet Yurttakal @21-09-2013, 16:29:45
8. Ordu Komutanı Cevat Paşa İngilizlerin yakında taarruz
edeceklerini, bu
taarruzun büyük bir ihtimalle 8. Ordu’ya yönelik olacağını
düşünüyordu. 17
Eylül 1918’de acilen takviye edilmesini Yıldırım Ordular
Grup Komutanlığı’na
bildirir.
Cevat Paşa, 19 Eylül 1918 günü saat 08.50'de, Mareşal Liman
Von Sanders'e
gönderdiği raporda şunları yazmıştı:
"
Önce belirttiğim gibi, sağ kanattaki durum pek
kötüdür. 7. Tümen tüm olarak
muharebe dışı kalmıştır.22.Kolordu El Tire kesimine
çekilmiştir. Topçusunun
çoğunu kaybetmiştir. Kolordu bu kesimde tutunmaya
çalışıyor; fakat Kolordu
Komutanı, bu kesimde durabileceğinden kuşkuludur.
Düşman, bu hattın da bazı
kesimlerine girmiştir. Karşı taarruzla geri atılmasına
çalışılıyor. 19. Tümen,
Kefri Kasım yöresine çekilmiştir. Grupça mümkün olan
yardımın yapılmasını rica
ederim"
Cevat Paşanın bu raporunda, 8.Ordunun cephesinin yarılmak
üzere olduğunu
anlıyor ve acilen takviye kuvvet istiyordu.Ancak tüm ısrarlı
girişimler
sonuçsuz kaldı. Liman von Sanders Çanakkale'deki gibi
Filistin cephesinde de
savaşı iyi okuyamamıştır.
|